top of page

Aziz Marco'nun Güvercinlerini Nasıl Kandırdık?

Bizim Konak Meydanı ve İstanbul Yeni Camii’ninkiler bir yana, yeryüzünde bir meydana en çok yakışan güvercin familyası, bence Venedik’in St. Marco’sunda yaşayanlardır. Çünkü hem sayıca pek çok, hem de insanoğluna bu kadar alışkın güvercini, başka hiçbir meydanda bulamazsınız.

 

Meydana girişi işaretleyen, şehrin iki koruyucusu St. Marco ile Bizans Kraliçesi Teodora adına dikilmiş sütunlardan bazilikanın oryantalist kubbelerine, çan kulesinin tepe ucundan Verona’nın pembe mermerleri ve beyaz Istra taşlarıyla bir gelin gibi süslenmiş Dükler Sarayı’na ve meydanın batı kanadını boylu boyunca dolaşan Sansoviane Kütüphânesi’nin güzelim revaklı galerilerinden nihayet meydanın doğu yakasında yükselen Mauro Coducci imzalı Saat Kulesi’ne kadar her yer bu familya ile dolup dolup taşar. Çünkü bu muhteşem meydan onların evidir ve bildiğiniz üzere meydanları meydan yapan, biraz da doğal sakinleridir.

 

Ancak yağmuru pek sevmez bu kanatlarında özgürlük taşıyanlar. Islanmak hoşlarına gitmez bazen: Üşürler hemen.

 

Bu yüzden yağmurun ilk damlaları meydana düşmeye başlayıp lagünün suları yükseldi miydi; sığınacak bir sundurma altı ya da loş bir çatının kuytu köşesini bulup bir çırpıda saklanırlar. Böyle durumlarda özgürlüğe susamış birkaçı dışında pek güvercin göremezsiniz meydanda. Güneş, güzel ve sıcak yüzünü gösterene kadar…   

 

•••

 

2003 yılı Kasım ayının soğuk ve yağmurlu bir sabahında St. Marco’dayız. Âdet olduğu üzere; Kraliçe Teodora’nın heykelini taşıyan sütunla, hem St. Marco’yu, hem de Venedik’i sembolize eden bronz aslan heykelli diğer sütunun arasından meydana adım atıyoruz. 1172’den bugüne bulundukları yerde yükselen bu iki sütun, Rialto Köprüsü’nün de ilk mimarı olan Nicola Starantonia tarafından dikilmiş. Sütunlar arasında ölüm cezalarının infaz edilmesi ise artık çok gerilerde kalmış. Tıpkı meydanın ilk kuruluş amacının pazaryeri olması gibi…

 

Venedik düklerinin resmi ikametgâhı ve yönetim merkezi olan Dükler Sarayı’nı (Palazzo Ducale) geçip meydana doğru ilerliyoruz. Bir bölümü mahkeme olarak kullanıldığı için hemen yanındaki hapishâneye Sospirare Köprüsü (son yolculuklarına bu köprüden geçerek giden mahkumların ruh hâli, köprüye ismini vermiş; Sospirare İtalyanca’da iç çekmek anlamına geliyor) ile bağlanan ve günümüzde nefis fresklerin sergilendiği bu sarayı daha sonra ziyaret edecek ve hayran kalarak ayrılacağız.

 

Meydanın kuşkusuz en ilginç yapısı, St. Marco Bazilikası... İ.S.828’de İskenderiye’den getirilen St. Marco’ya ait kutsal eşyalar ve bedeninden arta kalanları korumak amacıyla yapımına başlanan ve Giovanni Partecipazio tarafından tasarlanan kilise İ.S.832 yılına tarihli. İç süslemeleri ise İ.S.883’de tamamlanmış. 1073’de bugünkü görünümünü alan ve ilk yapıldığı plâna göre oldukça farklılık göstererek Bizans tapınak mimarisinin izlerini taşıyan kilise, çağlar boyunca yağmalama yoluyla Venedik’e getirilen çok sayıdaki obje ile zenginleşmiş. Birer kopyaları bazilikanın girişini süsleyen (orijinalleri kilisenin müze bölümünde) ve 1204 yılında İstanbul Hipodromu’ndan (Sultanahmet Meydanı) getirilen dört adet bronz at heykeli ise uzmanlarca bu yağmaya en çarpıcı örnek olarak gösterilmekte. Sonuçta Bizans, Roma, Arap, Osmanlı, Gotik ve Rönesans üsluplarının tüm özelliklerini aynı anda taşıyan son derece ilginç bir yapı St. Marco Bazilikası.

 

•••

 

Bazilikadan çıktığımızda yağmurun dindiğini, suların çekilmeye başladığını ve lagün sularından ziyaretçileri korumak için bir çırpıda kuruluveren portatif podyumların kaldırıldığını görüyoruz. Hava bulutlu, ama güneş arada bir parlıyor. Sevgili güvercinlerimizin meydana doğru kanat çırpmaları ve gurul gurul guruldayarak eşlerinin peşinden koşuşturmaları için resim tamam!

 

Meydandan ara sokaklara dalıp kaybolmak niyetimiz. İki kişinin yan yana zor geçebileceği daracık yollarda ilerliyoruz. Birdenbire karşımıza çıkıp yolumuzu kesen sürpriz kanalları, minicik köprülerden geçerek aşıyoruz. Venedik’in kalbine iniyoruz.

 

Ama kaybolmak çok zor bu şehirde. Her köşe başında mutlaka bir tabela karşılıyor bizi. İşaret ettiği yön ise ya Rialto ya da Marco... Zaten kaybolmak istesek de boşuna. Bazilikadan çıktıktan sonra elimizle karınlarını doyurduğumuz bir çift güvercin sürekli peşimizde. Kanat sesleri arada bir kesilse de, kanallar boyunca onlar hep bizimle birlikte…

 

Büyük Kanal’ı Rialto üzerinden aşıp neredeyse tüm kanal boyunca geri yürüyor ve bir anda kendimizi Accademia’nın önünde buluyoruz. Oysa St. Marco’dan çıkarken Accademia yoktu rotamızda. Amacımız sadece arka sokaklarda kaybolmaktı. Şans eseri çok beklemeden biletlerimizi alıp içeriye girerken, asıl kayboluşu Venedik resim sanatının en büyük koleksiyonuna ev sahipliği yapan Accademia’da yaşayacağımızı ise elbette bilmiyoruz.

 

Accademia; Ortaçağ’dan Rönesans'a, Barok’tan Rokoko'ya kadar uzanan, neredeyse beş yüz yıllık bir dönemi resmeden 24 ayrı salondan oluşuyor: Carpaccio, Veronese, Giorgione, Tintoretto, Veniziano, Pietro Longhi, Jacopo – Centile ve Giovanni Bellini’lerin eserleriyle süslenen duvarlarında, resim sarhoşu olmamak elde değil!.. Biz de bir sonraki durağımız Harry’s Bar’a gitmeden ve zamanında Hemingway’in de müdavimleri arasında bulunduğu bu barda, ünlü kokteylleri Bellini’yi henüz içmeden sarhoş oluyoruz.

 

•••

 

Bir çift güvercinimizle St. Marco’da vedalaşıp Mestre’deki otelimize dönmek için vaporetto iskelesine doğru yürürken, sevimli dostlarımız mı bizi kandırdı ve küçük bir Venedik turu attırdı, yoksa biz mi onları peşimiz sıra yanımızda, arkamızda, üstümüzde taşıdık bilmiyorum?!. Tek bildiğim; Venedik’e yolunuz düşerse ve aylardan şubat ise tüm çılgınlığı ile Carnevale’yi yaşayan ya da yaşamaya hazırlanan bu kenti daha iyi tanımak ve insanların yüzlerindeki maskelerin ne olduğunu anlamak için, Commedia dell'Arte geleneklerini oyunlarında yaşatan Carlo Goldoni’den bir iki satır da olsa okumanızdır. Yok eğer mevsim baharsa Nedim Gürsel’in Resimli Dünya’sını yanınızda bulundurmanız size iyi gelecektir.

 

Ve elbette Aziz Marco’nun güvercinlerini asla unutmamalısınız. Mevsim hangi döngüde olursa olsun!

 

 

– Kasım 2008     

bottom of page