top of page

Louvre'da Maraton

İlk Paris yazımı şöyle bitirmiştim:

 

“Şimdi o kent, sizden uzakta yaşamayı seçmiş bir dostunuzdur. Onu özler ve ilk fırsatta yeniden görmek istersiniz. Giderek farkına varırsınız ki, sadece birkaç günlüğüne misafiri olduğunuz o kent de sizi özlemiştir. Gelip sizi görmek ister. Gece olduğunda düşlerinize girer. Benim için Paris, işte o kentlerden biridir. Tekrar buluşuncaya kadar da, düşlerime girmeye devam edecektir.”

 

Bu paragraf, benim kendi kendime yarattığım kehânetlerimden biri mi olmuştur, bilemiyorum! Tek bildiğim, son günlerde O’ndan bana gelen çağrıların giderek yoğunlaştığıdır. Belki daha ayrıntılı bir bakış açısı ile Louvre’da nefes nefese geçirdiğimiz o unutulmaz günü de yazmamı umutla beklemektedir sevgilim Paris. Düşlerime girmesi bu yüzdendir. Bu güzele 4-5 gün ayırmak insana nasıl yetmiyorsa; hakkında kaleme alınan kısacık bir değini de O’na yetmemiş olabilir belki de…

 

Fransa, her yıl ortalama 75 milyon dünya vatandaşını konuk ediyor. Ülke topraklarına ayak basanlardan en az yarısı ise Paris’e geliyor. Ve gelenlerin en az üçte biri, Louvre’u da geziyor. Yani gerçek bir marka-şehir ile karşı karşıyayız. Paris’in turizmden yıllık ortalama 35 milyar Euro gelir elde ettiğini, oysa Türkiye’nin toplam ihracatının yaklaşık 100 milyar USD olduğunu düşünürseniz, markanın gücü ve etkisi de daha iyi ortaya çıkıyor. Bu arada Türkiye’nin geçen yıl 23 milyon 341 bin kişi tarafından ziyaret edildiğini ve bu rakamın aşağı yukarı bir yılda Louvre’u gezenlerin sadece iki katı olduğunu belirtelim. 

 

•••

 

1789 Fransız Devrimi’nden sonra müze hâline getirilerek 1793’de halka açılan Louvre, dünyanın en büyük müzeleri arasında yer alıyor. Seksenli yıllarda yeniden düzenlenmeye başlanan yapı, devrimin 200’üncü yıldönümünde tekrar ziyarete açılmış. Dönemin Cumhurbaşkanı François Mitterrand’ın fikri olduğu öne sürülen ve bugünkü giriş bölümünü oluşturan cam piramit de aynı dönemde inşa edilmiş. Çoğu Parisli, Çin asıllı Amerikalı mimar Ieoh Ming Pei’nin piramidine hâlen dahi kuşkuyla bakıyor. Tıpkı Eiffel Kulesi’nin ilk yıllarında olduğu gibi...

 

Philip Augustus tarafından 1190 yılında yaptırılan Louvre Kalesi’ne kadar uzanan tarihi ile bu devasa yapı, günümüzdeki görünümünü Rönesans’ta almaya başlamış. 1535’te mimar Pierre Lescot tarafından Louvre Sarayı’nın ilk binaları inşa edilmiş. Kral IV.Henry döneminde yapılan ek binalarla büyümesini sürdürmüş ve takip eden yıllarda da Fransa Krallığı’na yakışır bir hâle gelmiş.

 

Rönesans’a damgasını vuran ressam ve heykeltıraşların hemen hepsinden örnekler sergilenen ve özellikle Napoleon döneminde İtalya ve Mısır’dan getirilen ya da yağmalanan paha biçilmez eserlerle zenginleşen Louvre, gerçekten muhteşem koleksiyonlara ev sahipliği yapıyor. Baron Edmond de Rothschild'a (1845–1934) ait 40.000'den fazla heykel ve resim, yaklaşık 3.000 çizim ve 500 kitap içeren özel koleksiyonunun, vasiyeti gereği 1935 yılında müzeye bağışlanması ise Louvre’u daha bir zenginleştirmiş. Ayrıca müzede bulunan hatırı sayılır sayıdaki eserin, Osmanlı döneminde birkaç kuruşa satın alınması, hediye olarak kabul edilmesi ya da kaçırılması da bu zenginliği iyice pekiştirmiş. Örneğin; Ayasofya’nın avlusundaki II.Selim ve III.Murat Türbesi ile yanı başında bulunan I.Mahmut devrine ait kütüphânenin güzelim çinileri gibi...

 

Günümüzde yaklaşık 300.000’den fazla farklı objenin sergilendiği Louvre’u hakkını vererek gezip bitirmek elbette hiç kolay değil. Çünkü tüm eserleri görüp algılamak kimine göre iki, kimine göre ise en az üç yıl sürecek bir ziyaretle eşdeğer. Bu yüzden Louvre’a ayırdığımız yarım günümüzü çok iyi programlamamız gerektiğinin bilincindeyiz. Zorlu bir maraton bizi bekliyor.

 

•••

 

Antik Yunan ve Roma salonlarından başlayan koşumuz boyunca Mezopotamya, Mısır ve Rönesans ressamlarının bulundukları galerileri kendimize rota olarak seçiyoruz. Ziyaret ettiğimiz tarihlerde açılan Leonardo da Vinci’yle ilgili akademik sergi de koşu parkurumuzun üzerinde olacak elbette...

 

İlk soluklandığımız duraklar, bugünkü Yunanistan’ın Samotraki Adası’nda bulunan ünlü Nike heykeli ile Milo Adası’ndan kaçırılan Venüs oluyor. Etrüsk ve Roma sanatının en ince eserleriyle birlikte sergilenen bu galeriler soluğumuzu daha da kesiyor.

 

Mısır galerilerinde aklımızı bırakıp Mezopotamya’ya geliyoruz. Burada merak ettiğimiz en önemli obje, tarih kitaplarından okuduğumuz Bâbil Kralı Hammurabi’nin kanunlarının kazındığı taş sütunu görebilmek. Dünya tarihinde ilk defa, yürürlükte bulunan kanunları belli bir sisteme bağlamasıyla tanınan Hammurabi’nin, tam 282 madde halinde siyah bir taşa yazdırdığı ve 1901-02 yılları arasında, dönemin Osmanlı sınırları içindeyken Fransız arkeologlar tarafından bulunarak Paris’e kaçırılan bu sütun, Louvre’un en önemli hazineleri arasında yer alıyor. Ama ne yalan söyleyeyim, açıkçası ben daha büyük, dev gibi bir yazıt olduğunu sanıyordum.

 

Son durağımız Rönesans ressamlarının bulunduğu uzun galeri olacak. Hedefimiz dünya gözüyle Mona Lisa’yı görebilmek. Ancak o âna kadar dolaştığımız galerilerin birbirinden çok farklı alanlarda konuşlandığını, sözgelişi Mona Lisa’nın, kendine ayrılan galerinin en sonunda bulunduğunu, bir bölümden diğerine geçerken ya da katlar arasında gitmek istediğimiz galeriyi ararken ister istemez en başta belirlediğimiz rotamızdan sapmak zorunda kaldığımızı ve sonuçta akşam saatlerinde düşündüğümüzden çok daha fazla resim, yontu, renk ve tarih yorgunu olarak Louvre’dan ayrıldığımızı belirtmeliyim.

 

Leonardo da Vinci’nin, gizemli gülümseyişi ile sanat tarihine damgasını vuran Mona Lisa’sı ve aynı kattaki yine Vinci sergisinden sonra maratonumuz başladığı yerde sona eriyor. En başta da söylediğim gibi nefes nefese kalmış durumdayız. Ama nefesimizin kesilmesinin asıl nedeni, koşuşturmaktan çok gördüklerimiz karşısındaki şaşkınlığımız ve hayranlığımız...

 

•••

 

Louvre Müzesi, Paris’in en değerli hazinesi. Ancak bundan da öte tüm dünyanın ortak kültürel mirasından gelen son derece önemli koleksiyonların ev sahibi olması. Ve sahip olduğu bu mirasın hem bilincinde, hem de onu sunmasını çok iyi biliyor. Giriş katında yer alan kitapçılar ve diğer mağazalar, Louvre’da gördüklerinizi yanınızda götürmenize olanak sağlıyor. Biz de son derece kaliteli röprodüksiyon kitapları, müze katalogları ve nefis bir dia-pozitif derlemesi seçerek ayrılıyoruz Louvre’dan…  

 

•••

 

Sevgilim Paris…

Sonunda Louvre’u da yazdım işte!

Artık mutlu musun?

 

 

– Ekim 2008

bottom of page