top of page

Rüzgârlı Tepeler

Kişisel gezi tarihimde 2003, yeni keşiflerle dolu olduğu için son derece verimli geçmiştir. Leyleği havada gördüğümüz bu 2003 yılı boyunca; Şubat’taki bayram tatilimizi İstanbul’da geçirmiş, Mayıs’ta Paris’e gitmiş, Temmuz’daki yıllık iznimizin bir bölümünü Rodos’ta değerlendirmiş, dönüşünde bir hafta sonu Kuşadası’nda dinlenmiş, hemen arkasından Ayvalık’a uzanıp iznimizi tüketmiş ve son olarak Kasım’daki bayramda İtalya’yı gezmiştik. Havada gördüğümüz o leylek ise bir yıl sonra bize Eylül Ada’yı getirmiş ve artık biz yeni keşiflere, hayatımızın bu en mutlu keşfiyle birlikte devam etmiştik.

 

O yaz boyu Rodos, Kuşadası ya da Ayvalık adalarından hangisinde leylek ile yollarımız kesişti kesin bilmiyorum ama, 2003’ün Eylül ayında şu hayatta yapacağımız en büyük keşfin ilk haberini aldığım an, daha dün gibi aklımdadır. O an usuma geldikçe geçmiş günleri düşünür ve güneyinden kuzeyine doğru ilerleyen yolculuklarımızla birlikte Ege adalarını özlemle anarım. Bir renk, bir fotoğraf, defterime düşülmüş küçük bir not ya da uzaklardan gelen tanıdık bir koku yeterlidir benim için. Hemen hatırlarım…

 

•••

 

Ayvalık zeytin kokar, kekik kokar, çam kokar, bal kokar. Denizi yosun, yosunu deniz; kumları güneş, güneşi kum; gökyüzü nefes, nefesi bulut kokar. İnsanı hoşgörü, evleri tarih, yokuşları güler yüz, sokakları aydınlık, kiliseleri yalnızlık, balıkları lezzet, mezeleri afiyet, adaları çiçek, koyları dantel kokar. Ama Ayvalık en çok “aşk” kokar. Bir de tepelerinde rüzgâr. Ve rüzgâr hafif hafif esmeye başladı mıydı denizlere doğru, işte tüm bu kokular birbirine karışır. Misk-î amber olur. Siz kokladıkça daha çok koklamak istersiniz. Çünkü zihniniz açılır, gözleriniz ışıldar ve gönlünüz, yüreğinizle birlikte ansızın kanatlanır. Bir çift kırlangıç, göğsünüzden havalanır havalanmaz anlarsınız ki, geldiğiniz bu topraklar kesinlikle Ayvalık’tır.

 

Eğer günün birinde Ayvalık’a giderseniz, sizin de göğsünüzden bir çift kırlangıcın havalanacağından eminim. Ve yüreğiniz pır pır etti mi, bırakın kendinizi onların kanatlarına derim.

 

Kilometrelerce uzanan Sarımsaklı plajlarında ister birlikte yüzün, ister güneşlenin, isterseniz Badavut’a kadar onları takip edin. Sonra biraz yükselip Çamlık üzerinden Şeytan Sofrası’na çıkın ve güneşle vedalaşın. Gün kızıla döndüğünde acıkan karnınızı dinleyip süzüle süzüle Cunda’ya varın.

 

Rumların Moshonisi yani Kokulu Ada dediği, günümüzde ise Alibey Adası dense de hemen herkesin Cunda adında birleştiği burada, önce 1873 tarihli Taksiyarhis Kilisesi’nde bir mola verin.

 

Eskiden Cunda ve Ayvalık, iki ayrı yönetim birimi olduğu için Ayvalık’ın merkez kilisesi ile aynı adı taşıyan Taksiyarhis’ten sonra Âşıklar Tepesi’ne doğru çıkmaya devam edin. Ulaştığınızda her yanınız denizle dolacak. Sadece dört duvarı ayakta kalmış küçük şapelde (Agios Yannis) rüzgârın sesini dinleyin. Âşık olun.

 

Rüzgârla birlikte burnunuza gelen kokular hoşunuza gittiğiyse hemen aşağı inin ve Bay Nihat’ın tarihi lokantasında, önceden ayırtmayı unutmadığınız masanıza kurulun. Kidonya, pavurya, istiridye, midye, sübye, lakerda, karides, kalamar, ahtapot ve bunların yanı sıra binbir çeşit otla donanmış yüzlerce (!) zeytinyağlı mezeden midenizde yer kalırsa, önden çerez niyetine papalinalarınızı, arkasından da Ege’nin güzelim barbunlarını, levreklerini, çipuralarını, sinaritlerini ve lipsoslarını söyleyin. Yanında su bile içseniz yeridir.

 

Bu ziyafetin ardından Taş Kahve’ye uğrayın. Su içmeyenlerle birlikte acı kahvenizi yudumlayın.

 

Ertesi gün ise Ayvalık adalarına doğru kanat çırpın, yelken açın ya da bir tekneye atlayın. Çıplak, Yumurta, Güneş, Yuvarlak, Kamış, Kılavuz, Taşlı, Yelken, Yalnız, Küçük, Maden, Hasır, Dolap, Kutu, Balık, Çiçek, Kayabaşı, Kız, Poyraz, Güvercin ve Tavuk adalarına uğrayın. Su o kadar berrak, o kadar temizdir ki, denizin dibi çok yakın gibi görünebilir size… Yüzme bilmiyorsanız, aman aldanmayın.

 

Sonra Ayvalık sokaklarına dalın. Eski kiliseleri, yeni camileri dolaşın. Özellikle Saatli Camii’de (Agios Yannis) gökyüzüne yan yana yükselen iki farklı inancın simgesi minare ile çan kulesine hayran kalın. 1850’li yıllarda yapıldığı tahmin edilen, 1928’de camiye çevrilen, ancak 1944 depreminde çan kulesi yıkılıp sadece saati kaldığı için halk arasındaki adı Saatli Camii’ye dönüşen Agios Yannis’in güzelim ikona ve fresklerini ise boşu boşuna aramayın. Üzerlerinde kat kat boya-badana vardır çünkü…

 

Arkasından evlere misafir olup sizin için demledikleri çaylardan için. Zeytinyağcıları gezin. 

 

Son olarak da tepelere çıkın. Rüzgâra kulak verin. Ve derin derin koklamayı sakın unutmayın.

 

 

– Aralık 2008     

bottom of page