top of page

Çeşme 2012

Kişisel gezi tarihim boyunca, bugüne kadar kaç kere yolumu düşürdüm Çeşme’ye, saymadım doğrusu. Ama en uzun süreli kalışım 1998 yazı olmuştur kesinlikle.

 

O yaz, Çeşme Rehberi’ni yazarken bir aydan fazla kalmıştım burada. Çalışma hayatımın en eğlenceli ve keyifli dönemi olmuş; Yarımada’nın tüm köylerini, koylarını ve kumsallarını karış karış dolaşmıştım. Akşamına kurulan rakı sofralarında deniz kokulu çipuralarla barbunları, türlü kabuklularla çıtır çıtır kalamarları ve elbette tazecik otlardan mükellef mezeleri afiyetle gövdeye indirmiş, finali ise mutlaka ünü dünyayı sarmış Çeşme Kavunu ile yapmıştım.

 

Ekip olarak gelmiştik o yaz Çeşme’ye. Bir yandan Erythrai’da (bugünkü Ildır) Antik Ion’a kadar uzanan tarihinin izlerini takip eder, efsanelerini dinler ve sokak sokak arşınlarken Çeşme’yi, diğer yandan da hem karadan, hem denizden fotoğraflamıştık bu coğrafyayı. Ama ben pek katılmazdım fotoğraf çekimlerine. Bir başıma ara sokaklara dalar, çarşı pazar dolaşır, yokuş iner yokuş çıkar, yorulduğumda ise bir Rum evinin kuytu avlusuna konuk olup soluklanırdım bir süre. Sakız tipi taş evlerin yapı işçiliğine olan hayranlığım işte buradan gelir. Sonra yine sokaklara vururdum kendimi. Adını aldığı eski çeşmelerden kana kana su içer ve eskiden ama çok eskiden burada yaşanan acıları, tutkuları, sevinçleri, hüzünleri, ayrılıkları ve kavuşmaları yani tüm bir hayatın nasıl yaşandığını anlamaya çalışır; özcümle Çeşme’nin ruhuna nüfuz etmeye çabalardım.

 

O yaz İngilizce ve Almanca dillerinde yayımlandı o kitap. Antik’ten Büyük İskender’e, Persler’den Roma’ya ve Cenevizliler’den Selçuklu ile Osmanlı’ya kadar uzanan tarihi, eşsiz doğası, altın kumsalları, saklı koyları, eski kiliseleri, festivalleri, kalesi, Kanuni’den miras kervansarayı, sonra alışveriş, eğlence ve konaklama olanakları ve elbette lezzet duraklarının anlatıldığı sayfaları ile referans olarak sunuldu gelen konuklarına. Ve üç yıl sonra bir baskı daha yaptı. Ama bu sefer İngilizce ve Türkçe olarak hazırlandı kitap. Çünkü yerli turist daha çoktur Çeşme’de. İkinci konutlarında tüm bir yazı geçirenleri de düşünürseniz, İzmir’in sayfiyesidir her şeyden önce…

 

Bizim rehberin de bir katkısı olmuş mudur bilinmez ama, 2000’li yıllarda atılıma geçti bu bölge. Medyanın, Bodrum’a bir alternatif yaratma arayışlarının yeni adresi oldu. Gündüz plajken gece diskoya dönüşen “beach club”lar açıldı önce. Hayat 24 saate yayıldı. Otelleri de yenilendi bu arada. Ama üç yıldızlı tesislerin çoğu, nasıl olduysa dört ve beş yıldızla çıktılar bir süre sonra milletin karşısına. Ama tuttu!..

 

•••

 

Ve yıllar yılları kovaladı. Evlendikten sonra ben de daha sık gelir oldum Çeşme’ye. Hatta balayımızı bile burada geçirdik eşimle. On iki yıldır pansiyondan orta hâlli otellere kadar sayısız gün ve gece yaşadık Çeşme’de. Özellikle yazın yakıcı hafta sonlarında, İzmir’den kaçıp serinlemek için sığındığımız bir liman oldu bize. Eda’nın çalıştığı bankanın yazlık kampının da burada olması nedeniyle –hani nasıl derler, günübirlik mi?– kaçışlarımız devam ediyor her sene…

 

Geçen yıl ise dünyaca ünlü o marka otelde, birkaç gün geçirme şansımız olmuştu ailecek. Ama barok tarzı döşenmiş yapısı son derece sıkıcı gelmişti bana: Dev avizeler, mermer sütunlar, yarı karanlık salonlarda deri kanepelerle goblen koltuklar, pencerelerde koyu renk kadife perdeler ve sanki onunla aynı kumaştan ağır mı ağır yatak örtüleri, sonra oymalı kakmalı ve altın yaldızlı aynalarla hantal mobilyalar… Bir yazlık otel için fazlasıyla boğucu bulmuş, sıkılmıştım konfor diye sunulan bu atmosferden. Ne bileyim; daha sakin, ferah, beyaz ve daha küçük ölçüler bekliyor yazlık bir yerde insan. Yine de öte yandan mutfağının hakkını kesinlikle vermeliyim. Bu kadar farklı beslenme kültürünü bir arada, müthiş bir uyum ve lezzetle sunan bir yer daha görmedim ben ömrü-hayatımda…

 

•••

 

Bugün de Çeşme’deyim işte. Evimde gibiyim. Aşağıda ipekten bir kumsal, kumsalın bittiği yerde camdan bir deniz, önümde ise sayfaları eprimiş sırdaş defterim.

 

Birazdan gün akşama dönecek. Güneş son ışıklarını Sakız’ın üzerinden gönderirken, ben bir bira daha isteyeceğim. Buz gibi ve denizden daha köpüklü olan. Gökyüzü önce turuncumsu bir pembeye, sonra erguvana boyanıp nihayet laciverte kavuşurken…

 

 

– Haziran 2012

bottom of page