top of page

Şahindere Kanyonu

Edremit Körfezi, Alpler’den sonra “dünyanın en bol oksijenine sahip bölgesidir” gerçeğini, yıllardır bir klişe gibi anlatıp durur, dilden dile dolaştırır, okuyup yazarız hiç durmadan. Ama bunun nedenlerini ve niçinlerini sorgulamayız sanırım pek çoğumuz. Kabul eder, geçeriz.

 

Ben bu sefer, geçmedim. Daha önce defalarca yollarına düştüğüm, gezip dolaştığım, misafiri olduğum, gündüzünü ayrı gecesini ayrı yaşadığım İda’nın eteklerinde, şu meşhur oksijen meselesinin peşine düştüm ve yerinde test etme şansını yakaladım. Hatta tadına bile baktım.

 

1 milyon yaşındaki bu genç (!) dağın, sadece Anadolu’da değil; aynı isimle Girit, Kanada, ABD, Avustralya ve Antartika’da da olduğunu öğrendiğimde ise cehaletim karşısında hayretler içinde kaldım.

 

•••

 

İzmir, yine sıcaktan kavrulacağı yeni bir güne uyanırken şafakla beraber düşüyoruz yola. Üç saat sonra Akçay’a varıyor ve bizi bekleyen arazi aracına yerleşiyoruz ekip olarak. Bundan ötesi, hoplaya zıplaya tam gün sürecek bir yolculuk boyunca; serin gölgeli ormanlar, buz gibi akan pınarlar, o pınarlardan çağıldayan dereler ve şelaleler, sonra gökyüzünü yakın kılan bulutlar ve kanyonun derin koynunda saklı kalan efsanelerle dolu olacak… Günün sonunda ise; Heredot’un ikliminden, havasından ve suyundan övgüyle bahsederek tarihe not düştüğü; Strabon’un onu desteklediği; Homeros’un İlyada’da “bin pınarlı, vahşi hayvanların anası” diye yücelttiği; tanrılar tanrısı Zeus’un Afrodit’e âşık olup bol bol seviştiği; sonra Hera, Afrodit ve Athena'nın arasında düzenlenip neticesinde Truva Savaşı'na yol açan, tarihin ilk güzellik yarışmasının yapıldığı ve nihayet Hasan’ın boğulduğu ve Sarıkız’ın kazlarını otlattığı İda, aklımızı başımızdan alacak.

 

Zirve yüksekliği 1774 m İda’nın. Denizden yukarılara doğru yol aldıkça önce zeytinler azalıyor ve kızılçamlar hüküm sürmeye başlıyor. Ardından asırlık meşeler, kestaneler, gürgenler, karaçamlar ve kayınlar boy veriyor. Endemik göknarlar var bir de. Dünyada sadece burada hayat bulan 29 farklı bitki çeşidi ile birlikte.

 

Ormanın ürettiği ağaç ve kekik kokulu oksijeni Körfez’e pompalarken, denizden aldığı yosun kokulu iyotu da dağa çıkararak adeta doğal körüklü bir baca görevi üstlenen ve böylece tüm bölgeyi oksijen deposuna çeviren Şahindere Kanyonu, uzunluğu 26 km’yi, derinliği ise 700 m’yi bulan bir doğa harikası. Kazdağları Milli Parkı sınırları içinde yer alan kanyon, gerçekten zorlu bir parkura sahip. Sunduğu manzaralar ise benzersiz. Park’a girer girmez ilk seyir terasında soluğu kesiliyor insanın: Güneyden kuzeye doğru Ören, Akçay, Güre, Altınoluk ve Küçükkuyu yan yana uzanıyor sahil boyunca. Denizde ise Ayvalık Adaları, Zeus tarafından serpiştirilmiş gibi sanki. Ve açıklarda belli belirsiz Midilli.

 

Kanyonun dibindeki kamp alanından Şahindere Şelalesi’ne yaklaşık 15 dakikalık bir yürüyüşle ulaşıyoruz. Kimi geçişler son derece çetin. Çocuklar bunu bir eğlence havasında algılasalar da bizim için ebeveyn sorumluluğu elbette ağır basıyor ve heyecanlı anlar yaşamamıza neden oluyor: Küçük adımlarla yürü, arkana bakmadan devam et, ama koşmadan yavaş yavaş, şimdi şu taşları basamak niyetine kullan, sonra yan yan ilerle, biraz çömel ya da otur ve sakın aşağıya bakma… Tamam geldik, işte şelale…

 

Suyun düştüğü yerde, en az 3 m‘lik derin bir havuzcuk oluşmuş. Herkesin mayosu üzerinde. Birer ikişer suya atlayanlar oluyor önce. Çığlıkları, derin vadide sonradan yankılanıyor: Su buz gibi!

 

Yaz aylarında bile 4-5 dereceyi (kışını siz düşünün artık) geçmezmiş çünkü suyun sıcaklığı. Benim için fazla serin! Sadece ayaklarımı sokmakla yetiniyorum dereye. Huşû içinde huzur buluyorum. Cıvıl cıvıl cıvıldayan ötücü kuşların orkestrası eşliğinde kitabıma uzanmaya hazırlanırken, birden anlıyorum ki ayaklarımı hissetmiyorum. Müthiş bir acı, daha doğrusu yanma var suyun içinden yukarılara doğru yükselen. Oysa o anda, bir grup deli cesaretli yüzüyorlar havuzcukta. Kimisi ise şelaleye sırtını vermiş ve masaja durmuş gürül gürül. Çocukların da keyfi yerinde; bağırış çığırış da olsa dalıp çıkıyorlar suya. Hepsini zor topluyoruz dereden ve şelaleden, yola çıkmadan önce…

 

Gün dönerken ayrılıyoruz Şahindere Kanyonu’ndan. Bedenlerimiz dipdiri, zihinlerimiz açık, ciğerlerimiz ise orman…

 

•••

 

Akşama, Akçay Kordon’un en müstesnâ lezzet duraklarından İstasyon’da, mükellef bir Ege sofrası bekliyor bizi. Mezeler usul usul konuyor önümüze: Deniz börülcesi, yoğurtlu patlıcan, ezme, kızarmış peynir, mevsim salatası, Arnavut ciğeri… Hepsi olması gerektiği gibi, çok lezzetli. Ardından kalamar tava, tereyağında karides, balık kokoreç ve papalina… Ve yanında içtiğimiz sadece su değil elbet! Sonuçta gecenin özeti tam bir ziyafet.

 

Ertesi sabah, Güre sırtlarındaki Düşler Vadisi’nde uyanıyoruz güne. Soframız yine Ege usulü ve iştah kabartıcı. Sırf bu yüzden, tatlı düşlere dalıyoruz hepimiz birden…

 

Ovaları, dağları, dereleri, yaylaları ve denizleri istilâya uğramış; her bir karış toprağı estetik yoksunu çirkin yapılarla kuşatılmış; ve en önemlisi de barıştan, dostluktan, huzurdan, özgürlük ve mutluluktan habersiz kaba, küstah ve cahillerle dolu olsa da memleketimiz…

 

Bu memleket hâlâ daha güzel. İşte o güzelliklere dâirdir bizim düşlerimiz.

 

 

– Ağustos 2013

bottom of page