top of page

Kestelli Yokuşu

Bir varmış, çok yokmuş. Bir zamanlar Konak’ın üstünde, Antik Roma Yolu’nun hemen dibinde Damlacık diye bir mahalle varmış. Mahalle gençlerinin hepsi de bıçkın mı bıçkın delikanlılar ve güzeller güzeli genç kızlarmış. Yahudisi, Ermenisi, Giritlisi, Çingenesi ve özcümle tüm göçmenleri hep birlikte mutlu mesut bir şekilde bu mahallede yaşarlarmış. Delikanlılar, genç kızlara elbette sahip çıkar, muhitlerine gelen yabancılara hep yan gözle bakarlarmış. Lâf atmak kimin haddine, lâf atılacaksa yine kendileri atarlarmış!

 

İşte Damlacık denen bu ufacık mahallenin genç kızları Konak’taki tütün fabrikasında çalışırlar; her sabah Kestelli Yokuşu’ndan aşağıya, kendilerini izleyen meraklı bakışların elbette ki farkında kikir kikir kikirdeyerek inerler, akşam oldu mu da, aynı kikirdeşmelerle, ama bu sefer denizden kopup gelen imbata karışıp pürüzsüz tenlerinden yükselen özlem, heyecan ve en çok da aşkla bezeli kokularıyla bu yokuşu tırmanırlarmış. Delikanlılar, fabrikanın paydos düdüğünü duysalar da kızların gelişini daha çok tarifi mümkün olmayan ve imbatla kendilerine kadar ulaşan bu kokulardan anlarlarmış. İşte o zaman, mahallenin çamur, toz ve topraktan müteşekkil sahasında top peşinde koşturmayı bırakır ve kimi yavuklusunu, kimi ise kem gözlerden sakınmak için bacısını beklemeye başlarmış.

 

O top sahası ki, 50’li yıllarda bağrından Metin Oktay’ı çıkaran aynı sahaymış işte… Yani bugünkü Damlacık Parkı’ymış.

 

•••

 

Güneşli olmasına rağmen son derece serin, hatta gölgeli sokaklarda insanın içine işleyen ayaz bir havada Damlacık’tan Kemeraltı’na doğru iniyoruz.

 

Çıkışını bilmem ama, başlangıçta inişinin pek keyifli olduğunu şimdiden söylemeliyim. Yıkıldı yıkılacak cumbalı evleri birer birer ardımızda bıraktıkça, hüzünlenmemek elde değil çünkü. Bu sokaklarda yaşanan aşklar, müthiş bir mozaiği oluşturan hayatlar ve rengârenk yaşanmışlıklar çoktan unutulmuşlar. Tıpkı top peşinde koşturan gençlerin bozguna uğramış umutları gibi, o toprak sahanın bir köşesinde kalmışlar.

 

Damlacık’ın ara sokaklarından ilerleyip Kestelli Yokuşu’na çıkmadan önce 1884’de İsmet İnönü’nün doğduğu evi görüyoruz. Merdivenlerle yükselen bir sokağın tam ortasında, iki katlı, bembeyaz badanalı, pırıl pırıl bir müze-ev burası. Eğer İnönü, gözlerini bu evde açmamış olsaydı, hâli nice olurdu diye düşünmeden edemiyor insan. Ya da evin sırasındaki bir bahçe duvarına çizili Mustafa Kemal ve arkadaşlarını gösteren o “sokak resmi”, en azından bu sokakta olur muydu diye aklından geçiriyor.

 

Kestelli Yokuşu’nda benim en çok merak ettiğim yapı topluluğu, bir zamanlar ortak hayatlara teklifsizce kucak açan Rıza Bey’in Aile Evleri’ni görebilmek ve mümkünse bu evlerden birine misafir olabilmek… Ama çıkmaz sokaklar dâhil nereye yöneldiysek yönelelim ve kime sorduysak soralım izine rastlayamıyoruz bu evlerin. Oysa 2004’de Dünya Kitapları arasında yayımlanan “Gâvur İzmir Güzel İzmir” adlı kitabında Tarık Dursun K., şöyle anlatır Kestelli Yokuşu ile Rıza Bey’in meşhur aile evlerini:

 

"Evet, burası Kestelli Yokuşu'dur. Aşağılara doğru yumuşacık inişli, Kemeraltı'nı şırp diye bitiren Kestelli Yokuşu. Yangın Yokuşu'na varana dek bütün arka sokakları aile evleridir. Oda oda, bağımsız ve kiralık. Bir odada herkeslerin herkeslerle yaşadığı evler. Rıza Bey’in Aile Evleri. Anıt evler. Hâlâ var olan eski İzmir. Yahudi kızları, Adalılar, Giritliler, Ermeniler, Çingeneler, Boşnaklar, Arnavutlar…”

 

Anlaşılan o ki, Rıza Bey’den yadigâr bu evler, ya bizim girmediğimiz bir sokakta gizliler ya da çoktan yıkılıp gitmişler. İçinde barındırdığı o güzelim hayatlarla beraber…

 

Ama sorumun yanıtını çok geçmeden alıyorum. Konak Belediyesi tarafından aslına uygun bir şekilde restore edilerek Yaşlı Danışma Merkezi hâline getirilen ahşap konağın sırasında, en az Rıza Bey’in Aile Evleri kadar meşhur Arap Fırını’nın yenilenen yüzünde ya da soğuk camekânında saklı bu yanıt…

 

Dilerseniz bir kentin değişen yüzüne ve bazı değerlerin nasıl yok olduğuna dâir satırlarıyla yine Tarık Dursun K. koysun son noktayı:

 

“Kentler, aslında hoşgörülüdür. Kendine geç gelenleri geri çevirmez. Çevirmediği gibi, aralarında seçme ya da ayıklama da yapmaz. Büyümede kötüleşme belirtisi (belki inanamayacaksınız ama) önce ekmeklerde başlar. Yani, önce ekmekler bozulur, onu kentin çirkinleşmesi izler."

 

 

– Mart 2009

 

bottom of page