top of page

Pagos'un Etekleri

Yapılan araştırmalara göre İzmir’in tarihinin, günümüzden 11 bin yıl önceki karanlık çağlara kadar uzandığı ileri sürülse de, İzmir adına ilk olarak İ.Ö.3’üncü bin yılda rastlanır. Bu tarihte Bayraklı Tepekule’de kesinlikle bir yerleşim vardır ve İzmir’in o zamanki adı Symrna’dır. 

 

Binlerce yıl boyunca çeşitli kavimlerin etkisi altında kalır bu topraklar. Sürekli el değiştirir. Yakılır, yıkılır. İ.Ö.4’üncü yüzyıla gelindiğindeyse uygarlık adına pek bir iz kalmamıştır. Ünlü Makedon Kral Büyük İskender, İzmir’e gelene kadar…

 

Günlerden bir gün (İ.Ö.334) Pagos Tepesi’ne (Kadifekale) çıkan İskender, o zamanlar ormanlık bir alan olan bu tepede bol bol avlanır. Av sonrasında ise dinlenmek üzere ulu bir çınar ağacının gölgesine sığınır ve uyuyakalır. Rüyasında iki su perisi görür İskender. Periler yüce krala, burada bir kent kurmasını öğütler. Gördüğü rüyayı, hayırlara vesile olsun diye hemen kâhinine yorumlatan Büyük İskender, kurulacak kent ile bu coğrafyada yaşayan ve yaşayacakların eskisinden çok daha fazla mutlu olacağı cevabını alır.

 

Bunun üzerine, komutanlarından Lycimachos’a Pagos’un en yüksek yerinde, 186 metrelik rakımda büyük bir kale yapılması emrini verir ve böylece İzmir yeniden kurulur... Bu aynı zamanda, İskender’den İzmir halkına, Pers savaşlarında kendisine gösterdikleri yardıma karşılık sunduğu bir armağan olur.

 

Su perilerinin dileği yerine gelmiştir. Ama daha da önemlisi kâhinin cevabında gizlidir. Çünkü o tarihten sonra İzmir, güler yüzlü ve mutlu insanların yaşadığı bir kent olacak ve uygarlık ateşi üzerinden bir daha hiç sönmeyecektir.

 

Büyük İskender’in ölümünden sonra bir süre Bergama Krallığı'nın egemenliği altına giren kent, İ.Ö.190 yılında Romalılar ile tanışıp ikinci kez altın dönemini yaşamaya başlar ve Hıristiyanlığın gelişiminde önemli bir rol oynar. Bu dönemde İzmir büyük bir kültürel atılıma sahne olur.

 

Roma’dan sonra Bizans’ın da zayıflamasıyla İzmir; Ceneviz, Selçuklu, Arap ve Rodos Şövalyeleri arasında sürekli el değiştirir. Nihayet 1422’de Sultan II.Murat zamanında kesin olarak Osmanlı topraklarına katılır.

 

İzmir 16’ncı yüzyıldan başlayarak özellikle 18 ve 19’uncu yüzyıllarda Fransız, İngiliz, İtalyan ve Hollandalı tüccarların önderliğinde çok uluslu bir ticaret merkezi haline gelir. Aynı dönemde Aydın Vilâyeti’ne bağlı bir yerleşimken, 1868’de bu sefer kendisi vilâyet merkezliğine yükselir.

 

19’uncu yüzyılda kentte yaşayanların bölgesel dağılımı aşağı yukarı bellidir. Yerli Rum nüfus, Punta (Alsancak) ile Göztepe arasındaki sahili mesken edinmiştir. Levanten tüccarlar kent merkezi yerine Buca ve Bornova’daki köşkleri tercih etmiştir. Karşıyaka o dönemde daha çok bir sayfiye yeri gibidir. Türklerin yoğun olarak yaşadığı bölge ise Pagos’un etekleridir.

 

•••

 

1970’lere kadar işçisi, memuru, emeklisi, tüccarıyla eski mahalle yaşamının iki-üç katlı müstakil evlerde, iç avlusunda havuzların bulunduğu konaklarda devam ettiği, inişli çıkışlı ve bol yokuşlu olsa da manzarası güzel, havadar ve bir zamanlar son derece nezih Pagos’a yolumuz düştü bugün. 70’lerden sonra aldığı yoğun göç dalgasıyla günümüzde daha çok Mardin ve Urfalı sakinlerinin yurt bellediği eski Türk mahallelerindeyiz.

 

Bir gece önce yağan şiddetli yağmurdan eser yok. Tüm sokaklar yağmurla birlikte pırıl pırıl yıkanmış, tertemiz. Hava, Aralık ayı ortalamalarının çok üstünde ve sıcak. Nefis bir gün...

 

Âdet olduğu üzere Mezarlıkbaşı’ndan Agora’ya doğru yöneliyoruz. Rotamızda Tilkilik üzerinden Dönertaş’a ulaşmak, oradan da Basmane Oteller Sokağı’nı boylu boyunca geçip Altınpark’a dönmek var. Ama önce Dönertaş Sebili’nin sırasındaki Hatuniye Camii manzaralı kahveye oturup birer çay içiyoruz.

 

Bir zamanlar İzmir’in en canlı konaklama yeriyken, Basmane Meydanı’ndaki İzmir Şehirlerarası Garajı’nın taşınmasıyla bir anlamda kaderine terk edilen, izbele hâle gelen, ama yakın geçmişte Konak Belediyesi’nce bir bir restore edilerek tekrar turizme kazandırılmaya çalışılan Oteller Sokağı’ndayız. Sıra sıra sıralanan otellerin, moda deyimle “butik” olma sevdaları devam etse de eski günlerin yeniden canlanmaya başladığının izlerini görmek, elbette sevindirici bu güzel sokakta…

 

Tarihi Basmane Karakolu’nun tam karşısında acıktığımızı hissediyoruz. Adresimiz kesinlikle belli: Urfalı Bedir’in Yeri…

 

Yemekten sonra niyetimiz, köşedeki iki metrekarelik tatlıcı dükkânında ayaküstü katıksız enerji almak. Ama öylesine doyduk ki, hepsi günlük yapılan aşure, irmik helvası, kuru baklava ya da lokmanın tadına bakmayı istemiyor midemiz…

 

Konak Belediyesi’nin ek bina inşaatı için istimlâk edip çalışmalara başladığı, ancak Tarihi Roma Yolu’nun kalıntılarına rastlayınca projesini değiştirmek zorunda kaldığı geniş alandayız. Söylenenler doğruysa proje şu şekilde devam edecekmiş: Üstü cam gibi saydam ama elbette sağlam bir plâka ile örtülüp altı ışıklandırılacak ve bina bu sistemin üzerinde yükselecekmiş.

 

Dondurmacı Yokuşu, Patlıcancı Yokuşu derken Namazgâh’a kadar geliyoruz. Yol boyu, ilköğretim öğrencilerinin “hello” diye takılmalarına genelde aldırmıyor ama bazen şakalaşıyoruz. Hatta içlerinden biri, karışık sokaklarda kaybolmayalım diye Mumcu Yokuşu’na kadar rehberliğimizi bile yapıyor.

 

Sonunda Pagos’un doğu eteklerinde başladığımız yolculuğumuz, kuzey eteklerindeki Koruluk’ta, Tarihi Roma Yolu’nun ilk adımlarında son buluyor. Damlacık’ın üst kısımlardan, önce aşağıda uzanan Konak’a, sonra başımı kaldırıp yukarıdaki Kadifekale’ye doğru bakıyorum.

 

Büyük İskender’i, uykusuna giren perilerini ve en çok da kâhinini saygıyla selâmlıyorum.

 

 

– Aralık 2008     

bottom of page