top of page

Çift Yumurta İkizleri: Murano ve Burano

Bilirsiniz, insanlar gibi bazı kentler de birbirine benzer. Öyle ki, yeni bir kente gittiğinizde, tanıdık yüzler ve yüzeyler hemen ilginizi çeker. İşte şu sokağa tıpatıp benzer bir sokakta, ama bambaşka bir coğrafyada daha önce yürümüş, şu meydan gibi bir meydanda oturmuş, meydanın tam ortasındaki anıtın fotoğraflarını çekmiş ve ilerideki kilisenin ya da o kente anlam katan başka bir özel yapının sanki aynısını daha önce de görmüşsünüzdür.

 

Giderek bu düşünceye kendinizi öyle kaptırırsınız ki, yeryüzündeki her kentin mutlaka bir benzeri, bir ikizi olduğuna yürekten inanırsınız. Hatta aslında çok farklı nedenlerle ortaya çıkan “kardeş kent” olgusunun bile bu benzerlikten kaynaklandığını sanırsınız.

 

Dünya üzerindeki tüm kentlerin gerçekten bir benzeri var mıdır, yoksa gördüklerimiz karşısındaki karşılaştırma ve yakıştırma yapma isteği, bilinçaltımızın bize oynadığı tipik bir ‘deja vu’ mudur, bilemiyorum. Tek bildiğim, bazı kentlerin isimlerinin, birbirlerine çok yakın olduğudur: Murano ve Burano gibi…

 

Tek yumurta ikizleri, gerçekten birbirlerinin kopyasıdır. Bedenleri ve yüzleri neredeyse aynıdır, ruhları çoğunlukla eşittir, yürekleri bile birlikte atar. Çok küçük olan farklılıklarını ise ancak ebeveynleri anlar. Oysa çift yumurta ikizlerinde durum çapraşık bir hâl alır. Evet, birkaç dakika arayla dünyaya gelmişlerdir belki, ama bu iki kardeş bazen tamamen zıt kutuplarda yaşar. Birbirlerini ya çekerler ya da iterler. İşte Venedik’in çift yumurta ikizleri de bence böyledir. Doğuştan kardeş ama birbirinden son derece farklı, iki ada…

 

•••

 

St. Marco’dan bindiğimiz vaporetto ile Murano yolundayız. Sabahın erken saatleri. Hava bulutlu ve buz gibi. Lagün, puslar içinde, sisli ve giz dolu. Sakin sularda trafiğe yön veren ağaç kütüklerinin arasından hızla ilerliyoruz. Lido açıklarından kıvrılıp Venedik merkezinin doğusuna doğru dümen kırıyoruz. Arada bir martı çığlıkları duyulsa da çıt çıkmıyor. Sadece motorun tekdüze sesi homurdanıyor. Vaporetto’daki yolcuların çoğu uyuyor, ben ise motorun kıç tarafında kısmen korunaklı bir nokta bulmuş etrafı izliyor, sigara içiyorum. Az sonra ulaşacağımız Murano hakkında, elimdeki kitaptan bilgi edinmeye çalışıyorum.

 

Cam atölyelerinde çıkan yangınlar, Venedik için ciddi tehlikeler oluşturmaya başlayınca 1291 yılında kent meclisi tarafından radikal bir karar alınmış. Ustaların hepsi, o zamanlar ıssız bir ada olan Murano’ya gönderilmiş. Aynı zamanda cam sanatına dâir sırların çalınmaması için bir önlem olarak gerçekleşen bu sürgünde, ustaların adadan dışarı çıkmalarına da kesinlikle izin verilmemiş. Aileleriyle birlikte kuşaklar boyu Murano’da yaşayıp çocuklarına da bu sanatın tüm inceliklerini öğreten ustalar, yaklaşık 700 yıl boyunca kuma “can” vermişler.

 

Yarım saat sonra Murano’daki cam atölyelerinden birine yanaşıyoruz. Cam sanatının kalbi, günümüzde de bu adadaki sayısız atölyede atıyor. Ancak bizim de ziyaret ettiğimiz atölye dâhil, bu iş turistik bir gösteriye dönmüş durumda. Eğer siz de benim gibi kap-kacak, incik-boncuk, lamba-bardak meraklısı değilseniz, vakit kaybetmeden adanın içlerindeki Santi Maria Donato’yu ziyaret etmelisiniz.

 

Murano’nun mimari açıdan en önemli eseri olan ve benzersiz sütunlu apsisiyle dikkatleri çeken Santi Maria Donato’dayız. 19’uncu yüzyılda restore edilen bu kilise, 12’nci yüzyıla kadar inen tarihiyle gerçekten çok güzel bir yapı. Gemi omurgası biçimindeki gotik tavanı, revaklı dış cephesi ve enfes mozaiklerle bezenmiş zemin süslemeleriyle Santi Maria Donato’nun, adadaki cam şovlarından çok daha fazlasını hak ettiğini belirtmeliyim.

 

•••

 

Murano’dan ayrılıp, asıl hedefimiz olan ikiz kardeşine doğru yol alıyoruz. Ve yaklaşık 45 dakika sonra bir gül bahçesine demir atıyoruz.

 

Eğik kuleli kilisesi ile konuklarını karşılayan Burano, rengârenk evleriyle gerçekten bir gül bahçesi gibi…

 

Ada, aslında bir balıkçı köyü. Ve anlatılanlara göre, gece körkütük sarhoş bir şekilde evlerine dönen balıkçıların, yanlış kapıyı çalmasını önlemek için, bütün evlerin farklı renklerde boyanması âdettenmiş. Böylece evin erkeği ne kadar “zom” olursa olsun, doğru rengi bir şekilde hatırlar ve evinin yolundan pek şaşmazmış. Hikâye ne kadar doğru bilinmez, ama Burano’da bu gelenek tüm canlılığı ile sürüyor. Hatta evlerin her yıl yeniden boyanması destekleniyor ve tüm masraflar yerel yönetim tarafından karşılanıyor.

 

Burano’nun bir diğer çekici özelliği ise geleneksel el sanatlarında son derece ustalaşmış olması. El emeği göz nuru ile dokunan danteller, masa örtüleri, işlemeli yastıklar ve daha nice ince zevkin sıralandığı küçük dükkânlarla dolu Burano sokakları. Kadınların, bir zamanlar balık ağlarını tamir ederken keşfettikleri dantel işlemeciliğinin, ada ekonomisine hâlen dahi hayat verdiğini, ancak küçücük bir işlemenin bile son derece pahalı olduğunu belirtelim.

 

•••

 

Venedik’e geldiğinizde, ateşler içinde yanan cam adası Murano’ya olmasa bile, gül bahçesi Burano’ya mutlaka uğrayın. Asla pişman olmayacaksınız!

 

 

– Ekim 2008

bottom of page