top of page

İzmir Yazıları-3

İzmir'den Ege'ye Doğru

 

Evet, alt ve üst yapısıyla bir çok sorunu var İzmir’in. Kenti, dünya standartlarına çıkarıp çağ atlatacağına inanılan Expo 2015’i kaybettik. Yeni yatırımlar yapılmıyor, iş alanları açılmıyor. Ve İzmir, giderek daha bir “emekli” kenti olmaya doğru hızla ilerliyor.

 

İzmir’i yönetmek yerine sadece “idare” eden yöneticileri ve kentin önde gelenleri ise bir türlü İstanbul kompleksini üzerlerinden atamıyor. Kendilerini hep İstanbul ile karşılaştırıyor, “İstanbul’a var da, bize niye yok” diye her geçen gün daha çok sızım sızım sızlanıyor. Kimsenin elini taşın altına koymaya da niyeti yok görünüyor. Çünkü proje üretilmiyor.

 

Türkiye, herhangi bir büyük organizasyona tâlip olsa ya da kazansa, hemen “Bu iş İzmir’de yapılsın” yaygarası yükseliyor. Örneğin, 2003 Eurovision Şarkı Yarışması ya da Formula 1 Yarışları… Önerdikleri yer; şarkı yarışması için Efes Antik Tiyatro, Formula 1 için ise yine Efes Pamucak Sahili. İyi ki bir Efes’imiz var! Yani “Armut piş, ağzıma düş!” Gerisi bahane ve üstelik bana ne!

 

Oysa Eurovision’un, yönetmelik gereği açık alanda yapılamayacağını, yapılsa bile Antik Tiyatro’da oda konserleri dışında herhangi bir organizasyona (yıllardır yüksek volümlü etkinlikler antik kente zarar verdiği için) izin verilemeyeceğini bilmiyorlar. Ama yine de Formula 1 gündeme geldiğinde pişkin pişkin Pamucak Sahili’ni öneriyorlar. Formula 1 ki, dünyanın en gürültülü spor dalı…

 

Korumasını beceremediği bir tarihi, böyle aklı evvel yöneticileri olsa da her şeye rağmen, yine de güzel İzmir. Çünkü çok şanslı bir coğrafyanın içinde ve bu coğrafyanın nimetlerinden fazlasıyla yararlanmasını biliyor.

 

Şu benim meşhur rehber kitabın girişinde –biraz da abartarak– şöyle yazmıştım:

 

“Yeryüzünde kaç kent vardır ki, işten çıktıktan çok değil en fazla bir saat sonra kendinizi denizin kollarına bırakabileceğiniz? Yeryüzünde kaç kent vardır ki, Güneş Ana’nın Ülkesi anlamına gelen güzel Anadolu’nun en batısında ve Tarihi Kral Yolu’nun başlangıç noktasında bulunan?.. Ve yüzyıllar, binyıllar boyu insanlık tarihine yön veren uygarlıkların beşiğinde, kesişme noktasında kurulan?.. Yeryüzünde kaç kent vardır ki, bu kent kadar şanslı olan?.. Tarihin, doğal ve kültürel miraslarının bilincinde, çağdaş, hoşgörülü, sevecen ve güler yüzlü insanlara ev sahipliği yapan?.. Ege sahilleri ile denizlerinin inci tanesi sayılan?.. Güneşin bir başka güzel parladığı… Altın sarısı plajların, eşsiz güzellikteki koyların yan yana uzandığı… Yemyeşil ormanlarında asırlık çınarlar, ulu köknarlar ve kızıl çamlar gökyüzüne yükselirken, bereketli topraklarında üzümün, incirin ve zeytinin dalından toplandığı… Ve turkuvaz renkli denizleriyle cennet doğanın aşk ile buluştuğu… Dağların, ormanların, yaylaların, göllerin, nehirlerin, çağlayanların ve kaplıcaların insanoğluna teklifsizce sunulduğu… Kaç kent var, şu yaşadığımız dünya üzerinde?.. Antik çağlardan günümüze uzanan tarihi, Asya ile Avrupa’yı birbirine bağlayan kültürel mozaiği ve doğanın en şanslı coğrafyasında yükselen kimliği ile bu kent, şimdi sizlere sesleniyor: ‘Ben İzmir’im… Hoşgeldiniz bana… Ve merhaba...’ Duyuyor musunuz?”

 

Evet, gerçekten şanslı bir coğrafyada İzmir. Otuz yaşıma kadar, bu coğrafyayı karış karış dolaşmış biri olarak ve kendimi bu yüzden elbette şanslı görerek, evlendikten sonra da, Ankara’nın bozkırından kopup bana gelen Eda’ya, elimden geldiğince İzmir’i ve çevresini gezdirmeyi görev bildim. Her hafta sonu, çantalarımızı sırtlayıp eşim için yeni bir rota saptadım. Mevsimine göre ya Ege denizlerini tekrar keşfettim ya da antik kentlerin, ormanların, yaylaların, dağların ve ovaların içinden geçtim.

 

Eylül Ada, aramıza katılana kadar cebimizin izin verdiği ölçüde düzenli bir şekilde sürdürdüğümüz bu gezilerde, elbette daha önce görmediğim yeni yerler de keşfettim. Kuzeyde Assos’tan, güneyde Fethiye’ye kadar uzanan geniş bir coğrafyada eşimle birlikte günler ve geceler geçirdim.   

 

Yamanlar Karagöl’de çadır kurduk… Ödemiş Bozdağ’da tracking yaptık… Bergama Madra Dağı’ndaki Kozak Yaylası’nda çam kozalağı topladık… Bu rotalar, doğayla iç içe olup bol bol oksijen depolamak için bire birdir.

 

Sonra, Seferihisar yolu üzerinde Yelki Köyü yakınlarındaki Kocadağ’ın doğu yamacında bulunan İnkaya Mağarası’na daldık. Toplam uzunluğu 222 m. en derin noktası 30 m. olan İnkaya’da neredeyse kaybolduk. Selçuk’taki 42 m. uzunluğa ve 22 m. derinliğe sahip Kurudağ Mağarası ise daha küçük olduğundan kaybolmayı başaramadık. Mağaraların keşfi elbette güzeldi. Ancak burada fazla ayrıntıya girmek istemiyorum. Meraklısı çıkarsa, bu iki mağara hakkında bildiklerimi ayrıca paylaşırım.

 

Başka neler mi yaptık?.. Karaburun, Akçay, Çandarlı ve Seferihisar’ın serin sularına daldık. Mordoğan’da çipuranın, Urla’da katmerin tadına baktık. Çeşme, Didim ve Kuşadası plajlarının düzenli konuğu olduk. Sonra Foça’nın foklarını selâmlayıp Şirince’den ev şarabı, Bergama’dan tulum peyniri, Ayvalık’tan zeytinyağı aldık.

 

Ionia, Karya, Lydya ve Likya’nın merkezinde yaşadığımız için, elbette yakın ve uzak çevremizde yer alan sayısız antik kenti de dolaştık: Başta Efes ve Bergama olmak üzere; Klazomanai, Erythrai, Allianoi, Aigaia, Kyme, Myrina, Gryneion, Pitane, Elaia, Teos, Klaros, Kolophon, Larissa, Lebedos, Notion, Metropolis, Hypaiapa, Almura, Alabanda, Afrodisias, Alinda, Neopolis, Priene, Hierapolis, Laodikeia ve Aizanoi’yi karış karış karışladık. Kimbilir, gün gelir hepsini tek tek yazarım!

 

Uzun yıllık izinlerimizde ise soluğu (yine hepsi ayrı birer yazı konusu olan) Marmaris, Köyceğiz ya da Bodrum’da aldık. Göcek koylarını tekneyle dolaştık. Gökova’ya her inişimizde Akkaya’daki Halil’in Yeri’ne uğramayı da elbette unutmadık.

 

•••

 

Ne dersiniz? İzmir’in kaç yaşında olduğuna hiç ama hiç takılmadan, bu coğrafya, daha iyi keşfedilmeyi sizce de hak etmiyor mu?  

 

 

– Ağustos 2008

bottom of page