top of page

Dünden Bugüne Konak

Aydın Boysan’a

 

Üstatların üstadı Aydın Boysan’a göre, bizim meydanlarımız meydan değil, sadece geniş alanlardır. Mimari bütünlükleri yoktur, estetik ve incelikten yoksundur. Çünkü bu alanları mimarlar ve şehir plâncıları değil, politikacılar düşünüp tasarlar. Ve isterler ki, meydan denen bu alan ne kadar büyük, ne kadar geniş olursa sonuç da o kadar iyi olur. Kafalarındaki meydanı oluşturmak için önce çevredeki tüm binaları, tarihi değeri olup olmadığına bakmadan istimlâk ederek bir güzel yıkarlar. Böylece geniş bir alan kazanırlar. Ortalık temizlenip biraz da yeşillendi miydi tamam! Al sana meydan… Yani park ile meydan kavramlarını birbirine karıştırırlar. Üstelik bir süre sonra bu alanı, ucundan kıyısından kırpmaya da başlarlar. Bir köşesine otopark yaparlar, bir başka köşesinde ise cami olsun hayâlleri kurarlar. Bir de insanların bu meydanlarda toplanmasını hiç mi hiç istemez bizim politikacılar. Akılları başlarından gider. Çünkü halkın birlik olmasından pek korkarlar… Oysa meydan denen yerin, mimari açıdan sınırları belli olmalıdır. Halkın burada toplanması, buluşması, oturması, konuşması, yiyip içmesi, zaman geçirmesi temel amaç sayılmalıdır. Ortasında bir de çeşme ya da anıt da varsa hele, ne âlâ!..

 

Geçenlerde, İz Tv’de yayımlanan “Aydın Boysan’ın İstanbul’u”nda aşağı yukarı bunları dile getirdi üstat! Katılmamak elde mi? Gerçekten de Taksim, Kızılay ve Konak: meydandan çok uçsuz bucaksız açık alanlar değil mi?

 

•••

 

1988’de İzmir’e yerleştiğimde Konak Meydanı, bu kadar geniş değildi. Meydan gibi bir meydandı. Sınırları belliydi. Her şeyden önce denizle daha bir barışıktı. Saat Kulesi’nin hemen yanı başındaki iskelesi, denizin doldurulmasıyla kazanılan yeni alanın ucuna, yani yaklaşık 100 m uzağa yeni taşınmış sayılırdı. Mustafa Kemal Sahil Bulvarı’nın Konak üzerinden geçen Alsancak bağlantısı henüz tamamlanmamıştı. Mithatpaşa’dan gelen yol meydanın tam ortasından geçer, Cumhuriyet Bulvarı’na öyle bağlanırdı. Evet, alanın büyük bir kısmı belediye otobüslerine tahsis edilmişti belki. Çünkü İzmir’in bütün otobüslerinin kalkış ve varış noktası Konak’tı. Ama Tarla olarak adlandırılan bu alan, Konak Meydanı’nın her dâim canlı ve hareketli olmasını sağlardı. Belki bunun etkisiyle Saat Kulesi de tüm İzmirliler için bir buluşma noktasıydı.

 

Kısacası, bugünkü sahil yolunun, yanından transit geçip gittiği bir meydan değildi o zamanlar Konak. Yaşam ve enerji doluydu. Bu canlılık Kemeraltı’na da yansır, esnafın yüzünde güller açardı.

 

1989’da mevcut belediye, seçim vâadi olarak Konak Meydanı’nı boydan boya kaplayacak bir alışveriş merkezi yapacağını, adını Galleria Konak koyacağını, bu amaçla daha yeni hizmete giren Vapur İskelesi’nin birazcık daha ileriye alınacağını ve elbette denizin de bir miktar daha doldurulacağını açıkladı. İzmirliler, bu vaâdi pek tutmadı… Ama aynı belediyecilik anlayışı ve onun muhterem başkanı, başka bir partiden seçimi kazanıp beş yıl sonra tekrar göreve geldiğinde; 1.Kordon’u dolduracak, bu alana otoyol yapmak isteyecek ve İzmirliler bir kez daha tarihi, estetiği, plânlamayı hiçe sayan bu anlayışla sandıkta hesaplaşacaktı.

 

Ama bu hesaplaşma öncesi kanunsuzca yapımına başlanıp mahkeme kararıyla durdurulan ve uzun yıllar bir hayâlet gibi yükselip sonunda “kamu yararı” gereği tamamlanmasına izin verilen Konak’taki viyadüğün de o dönemden bizlere miras kaldığını belirtmeliyim.

 

Yine de 1989’dan sonra Konak’ta hızlı değişimler yaşandı. Tarla boşaltıldı. Mustafa Kemal Sahil Bulvarı’nın Konak geçişi tamamlandı. Meydanı bölen yol kapatıldı. Ve Konak giderek ıssızlaşıp Kemeraltı esnafı siftah bile yapamadan akşamı ederken, İzmir’in simgesi Saat Kulesi de aynı oranda yalnızlaştı.

 

1954’de bir gecede seferden kaldırılan İzmir’in pembe renkli tramvayları gibi, aynı yıl onun yerine gelen troleybüsler de 1992’de benzer bir kaderi paylaştı. Hatta bazıları, balık yuvası olsunlar diye Körfez açıklarına bırakıldı. Sırtındaki arşları yani “boynuzları” sürekli yerinden çıkan bu araçlardan iki tanesi, simgesel olarak birkaç ay daha Üçkuyular Fahrettin Altay Meydanı ile Konak arasında gidip geldi gerçi. Ama ne yazık ki, İzmir halkı, troleybüslerin gidişini genelde hoş karşıladı. Oysa ki onlar, Türkiye’nin ilk troleybüsleriydi.

 

İzmir’in efsane başkanı Piriştina, 2002’de açtığı ulusal bir yarışma sonucunda Konak Meydanı’nı yeniden düzenleyerek (2003) günümüzdeki görünümünü almasını sağladı. Meydanı İzmirliler ile tekrar buluşturmak ve Kemeraltı’nı canlandırmak içindi tüm çabası. Bugün eni konu ortaya çıkan Havra Sokağı, Agora ve Kadifekale’deki çalışmalar da aynı dönemde başlatıldı.

 

Tüm bu projelerin ne kadar yeterli ya da doğru olup olmadığını zaman gösterecek elbette. Çünkü yıllardır sistematik bir şekilde erozyona uğrayan bir bölgeyi kurtarmak kolay olmasa gerek…

 

Yine de ben, bugünkü hâlini uçsuz bucaksız bir “park” olarak gördüğüm Konak’ın eski günlerini özlüyorum.

 

Ve denizin, şıpır şıpır salınarak Saat Kulesi’nin yanına kadar geldiği, Sarı Kışla’nın (1829-1955) ise tüm heybetiyle yerli yerinde olduğu günlere yetişemediğim için çok üzülüyorum.

 

 

– Mart 2009     

bottom of page