top of page

Kış Masalı

Sizce aklı başında bir insan, karda kışta yollara düşüp de gezmelere gider mi? Peki sıcaklık eksi değerlerde geziniyorken, acaba bu gezmelerinden keyif alır mı? Ya da şöyle sorayım isterseniz: İstanbul karakışta, kar altındayken gezilir mi?

 

Sadece kar da yağsa iyi: Çünkü bilirsiniz, İstanbul’da kar varsa belki trafik iyice felç kıvamına gelir ama hava da kırılır ve yumuşar. İşte o zaman İstanbul, bence başka bir güzelliğe bürünür; yedi tepesinin yedisi birden beyaza boyanır, camilerinin, kiliselerinin ve cümle-âlem tüm mâbetlerinin çatıları, kubbeleri, minareleri, kuleleri hepsi birden bembeyaz yorganlarının altına saklanır.

 

İşte böyle havalarda bence İstanbul’un tadına doyum olmaz. Çünkü kendi açtığınız bir yolda, gırç gırç diye sesler çıkara çıkara yürümek bambaşka bir keyif verir insana… Havada yavaş yavaş süzülen, önce eriyip yok olan, bir tül perde gibi salına salına yere konan, sonra çatılara, arabaların üstüne biriken, yani lâpa lâpa yağan bir kar varsa İstanbul’da, şanslı bile sayılabilirsiniz bu yüzden. 

 

Ama hava biraz daha bozup, durum tipiye döndü mü, işte o zaman kötü! Yürümekte zorlanır, gözlerinizi dahi açamazsınız. Hele rüzgâr bir de karşıdan esiyorsa, vay halinize!.. Artık böylesi bir havada burnunuzun ucunu bile dışarı çıkarmamakta fayda vardır. Üstelik sıcaklığın hızla düşmesi ve havanın dona kesmesi de muhtemeldir.

 

Şimdi tekrar soruyorum: İstanbul gezinizin, genelde tipi altında geçeceğini bilseniz, yine de gider miydiniz?

 

Biz gittik!

 

Çok üşüyünce bir yerlere sığınıp saklandık. Kar biraz olsun dindiğinde ise kendimizi sokaklara attık. Sonuçta İstanbul’da, bir kış vakti sine-masal gibi günler geceler yaşadık.

 

•••

 

2003 yılı Kurban Bayramı’nın birinci günü. Yer Taksim. Vakit sabah. Kahramanlarımız yorgun. Otobüsle gece yolculuğu yapmışlar. Karınları aç. Önce sıkı bir kahvaltıya ihtiyaçları olduğu her hâllerinden belli. Hele bir karınlarını doyurup ısınsınlar, çaylarını yudumlayıp kendilerine gelsinler, otellerine öyle giderler. Zaten kar yağıyor.

 

Karınlarını bir güzel doyurdular. Artık otellerine gidebilir ve valizlerinden kurtulabilirler. Ama kar şiddetini artırıp tipiye dönmek üzere…

 

Şu anda meydandalar. Göz gözü görmüyor. İstiklâl’den yürümek imkânsız. Etrafta hiç taksi de yok. Zaten gidecekleri mesafe çok kısa.

 

Birden yanı başlarında bir tramvay çınlıyor. Hemen biniyorlar.

 

Alman Kültür Merkezi önünde tramvaydan inip, Tepebaşı’na çıkıyorlar. Otelleri tam karşılarında. Pera Palas’ta kalacaklar. Otelin işletmecisi tanıdık olunca, üç geceliğine üç kuruşa…

 

Pera Palas’ın, Tarlabaşı Bulvarı’na bakan odalarından birine yerleştiler. Oda aynı zamanda Haliç manzaralı ve bir de ismi var. Çünkü otelin ünlü konukları, zamanında isimlerini vermiş kaldıkları odalara. Bizimkilerinki, Şah Rıza Pehlevi…

 

Öğleden sonra. Tipi durmuş gibi. Sıkı sıkı giyiniyorlar. Ve ver elini İstiklâl diyorlar.

 

Kahramanlarımızdan biri, daha önce İstanbul’da yaşamış. Eşine adım adım İstiklâl’i gezdirmek istiyor. Durmadan anlatıyor: Tanıdık kitapçıları, sinemaları, tiyatroları, kahveleri, bir zamanlar müdavimi olduğu barları, lokantaları, sonra binaları, pasajları, ara sokakları ve daha nicelerini. İstiyor ki eşi de bilsin, öğrensin buralarını. En azından kendisini daha iyi tanısın, eşit olsunlar.

 

Akşam. Café Pia’dalar. Ama uzun yoldan geldikleri belli. Çok yorgunlar. Göz kapakları kapandı kapanacak. Otele dönüp erkenden uyuyorlar.

 

İkinci gün. Sabah 09. Yer, Tarihi Yarımada. Rota; Saraçhâne’den Vezneciler’e yürüyüp Bayezid’a çıkmak, sonra Sahaflar Çarşısı’nda bir çay içip soluklanmak, ilginç kitaplar bulurlarsa hemen satın almak, arkasından Çemberlitaş’tan Kapalı Çarşı’ya girmek, çarşıyı boylu boyunca kat edip eğer kaybolmazlarsa Bâb-ı Âli’ye (Cağaloğlu) çıkmayı başarmak, buraya kadar gelmişken Cumhuriyet Gazetesi’ne uğramak, eski Tan, eski Akşam, eski Dünya gazetelerinin 40’lı, 50’li yıllarda yayımlandıkları binaları görmek, gazeteciler için bir mâbet niteliğindeki Vakit Han’ı tavaf etmek, İstanbul Erkek Lisesi’nin muhteşem yapı işçiliği karşısında bir kez daha hayran kalmak ve elbette Sultanahmet Meydanı, Hipodrom’un izlerinden Dikilitaş, Yerebatan Sarnıcı, Ayasofya, Aya İrini ve Topkapı Sarayı ziyaretleri de dâhil olmak üzere bu turu tamamlamak…

 

Kahramanlarımız, rotalarını hiç şaşmadan tamamladılar. Sadece, bayram tatili nedeniyle kapalı olan Kapalı Çarşı’ya giremediler, kapısından döndüler. Çok üşüdüklerinde bir kahveye oturdular. Bol tarçınlı sıcak salepler, demli çaylar, koyu kahveler içtiler. Sultanahmet’te köfte yediler. Yanında piyaz, üstüne de irmik helvası…

 

Akşam. İstanbul’da yaşayan arkadaşlarıyla buluştular. Yer, Sıraselviler Andon. Eski günleri kaynatıp, geleceği plânladılar. 

 

Üçüncü gün. Sabah 10. Hava, ilk iki güne göre daha iyi. Kahramanlarımız otelden çıktılar. Tünel’e vardılar. Karaköy’e indiler. Galata’yı dolaştılar. Kule’ye aşağıdan baktılar. Neden yukarı çıkmadılar, şimdi hatırlamıyorlar. Sonra köprüden yürüyüp Haliç’i aştılar ve Yeni Camii’ye geldiler. Mısır Çarşısı’nı da kapalı buldular. Hanım kahraman İş Bankalı. İstanbul’da ilk açılan şubelerini görmek istiyor. Gördüler…

 

Rotalarına devam etmek için bir otobüse atladılar. Kabataş, Beşiktaş yönüne doğru ilerlediler. Dolmabahçe’de indiler. Sarayı değişik duygular içinde gezdiler.

 

Sonra Ortaköy’e vardılar. Uzun uzun Boğaz’a baktılar. Birbirlerine sıkı sıkıya sarılsalar da üşüdüler, üşüdüler ve üşüdüler…

 

•••

 

Ben İstanbul’u en çok sonbaharda severim. Eylül sonu, Ekim başı gibi İstanbul’daysam, bu kentin tadına daha çok ve kolayca varırım. Yeni sezona hazırlanan tiyatrolar ve yayınevlerinde yaşanan heyecanı ben de yakından hisseder ve mevsim dönerken renklerin yarattığı cümbüş içinde İstanbul sokaklarında dolaşır da dolaşırım.

 

Bu dönemde Adalar da bir başka güzel olur. Fırsatını bulduğum gibi bir vapura atlar ve doğruca Adalar’a kaçarım. En çok Burgazada’ya sığınırım.  

 

İlkbaharda başlayan ve yaz ortasına kadar süren festival sezonunda İstanbul’da bulunmak ise bambaşka bir ayrıcalıktır benim için: Hayatın anlamına her defasında bir kez daha varırım.

 

Ve kış…

 

Benim gibi her mevsimin ayrı bir tadı olduğuna inanıyorsanız, sanırım sizinle aynı kanıda buluşacak ve birlikte son noktayı şöyle koyacağız:

 

İstanbul’da üşümek de güzeldir!

Üşümesini bilene elbette…

 

 

– Aralık 2008     

bottom of page