top of page

Denizden Yansıyanlar

Ben, her akşam Alsancak’tan Güzelyalı’ya tüm sahili adım adım dolaşırım. 1’inci Kordon, Pasaport, Konak, Karataş, Küçükyalı ve Göztepe’yi salına salına geçip Güzelyalı’ya varırım.

 

Kimilerinin vapur dediği, bana göre ise basit bir motor ya da tekne ile yapılan bu yolculuğum tam 40 dakika sürer. Oysa yaklaşık 8 km yani 4 deniz milidir iki iskele arasındaki uzaklık. Ama acelem yoktur benim; yakın zamanda tütün içmek güvertede bile yasaklanmış olsa da, okuyup yazar ve iyot dolu bu yolculuğun keyfini çıkarırım.

 

Alsancak martılarını, simitle besleyerek Göztepe’ye kadar peşim sıra getirdiğim de olur bazen. Havadaki simit parçasına çığlık çığlığa yaptıkları pikeleri, çocuklar gibi sevinç ve heyecanla karşılarım. El çırptığım bile vâkidir. 

 

Bilirsiniz; içinden nehir geçen tüm Avrupa kentlerinde tekne yolculukları pek bir sevilir. Gün boyu gezmenlerle dolup taşan bu gezi tekneleri, bir yukarı bir aşağı gidip gidip gelirler sürekli. “Nehir, harika panoramik manzaralar sunar, kentimizin o muhteşem yapılarını bir de bu açıdan görmelisiniz” denir. Ben hiç katılmadım. Ama eminim öyledir.

 

Her gün Alsancak’tan başlayan yolculuğumu, biraz da bu yüzden yazmaya karar verdim işte… Bakalım, denizden bana yansıyanlar, neler anlatacak sizlere?!.

 

•••

 

Tekne, Atatürk Caddesi’ni yani 1’inci Kordon’u geçer önce. Ve boydan boya, sıra sıra dizilen apartman bloklarını gördükçe her defasında içim cız eder benim…

 

Nasıl etmesin? İzmir’in doğal kliması sayılan ve her dâim tatlı tatlı esen imbatını bir kale gibi keser çünkü bu bloklar. Arka mahalleleri sıcaktan kavururlar. Temmuz, ağustosta yanar insanlar… 

 

Yeri gelmişken, burada bir parantez açmakta yarar görüyorum. 1’inci Kordon’un imarına dâir olacak bu parantezim. Daha önce de yazdım, biliyorum. Ama tekrar etmekte bir sakınca yok sanırım.

 

19’uncu yüzyılın ikinci yarısında, Anadolu’nun ilk demiryolu yapım işini alan İngilizler’e tanınan imtiyazlardan biri de, bugünkü 1’inci Kordon’un imarıdır. Demiryolu, Eski Rıhtım’a (bugünkü Konak Pier) kadar, atlı tramvay hattı şeklinde uzatılacak ve inşa ettikleri Alsancak Garı (1858) ile entegrasyon sağlanacaktır. Yol kenarına ise lojman, otel vb amaçlı bir takım binalar yapmak istemektedir İngilizler. Elbette bu izni de alırlar. Daha çok bina sığsın diye de bunları bitişik nizam inşa ederler. Böylece kentin belki de ilk nazım plânı ister istemez ortaya çıkar. Binalar dikilir.

 

9 Eylül 1922’deki kurtuluş öncesi büyük bir kısmı yanıp küllere karışan, bitişik nizam olsalar da yine de belli bir estetik gözetilerek inşa edilen bu Sakız Yalıları hâlen dahi ayakta kalsalardı, benzerleri Selanik ve Napoli’de olan mimari üslupla kardeş sayılacaklardı. Ama önce yakıldılar, sonra yıkıldılar ve 60’lı yıllardan itibaren yerlerini yine bitişik nizam yükselen apartman bloklarına bıraktılar. Şimdilerde ise sadece bir elin birkaç parmağı kadar kaldılar. Onlar da zaten ya yıkılmayı bekliyorlar ya da konsolosluk binası olarak hizmet veriyorlar.

 

1’inci Kordon’un inci tanesi Atatürk Müzesi’ni de unutmamalı elbette. Atatürk’ün İzmir’e gelişlerinde kaldığı bina, 1875-80 yılları arasında yapılmış. Günümüzde, Atatürk’ün kişisel eşyalarının sergilendiği bu müze, bir inci tanesi gibi ışıldıyor gerçekten de…

 

Sahi; Fransız, Yunan ya da Almanlara ait konsolosluk binaları yangından nasıl kurtuldular acaba? Hemen yanı başlarındaki komşu evler cayır cayır yangına teslim olurken, bunlar nasıl ve neden ayakta kaldılar? Kimbilir?!.

 

Gerçekten bu yıkıma hiçbir anlam veremiyor insan. Uzun yıllar Nato Karargâhı olarak hizmet veren ve yakın zamanda bu karargâh, Şirinyer’deki diğer karargâhın genişletilmesiyle kazanılan yeni yerine taşındığı için, günümüzde Ordu Evi hâline getirilen alanda, belediyeye ait Sporting Kulüp varmış bir zamanlar. Hemen karşısında ise Fransız Konsolosluğu’na bitişik, dillere destan Symrna Tiyatrosu… İkisi de görüp bilenlerin anılarında kaldılar.   

 

Türkiye, Nato’ya girdikten sonra 1’inci Kordon’da kendisine yer arayıp durmuş Kuzey Atlantik Paktı. Şirinyer’de, kapatılarak kaderine terk edilen Kızıçullu Köy Enstitüsü’nü pek beğenmese de elbette kabul etmiş, ama gönlü yine de deniz kenarındaymış Nato’nun. Gel zaman, git zaman işte bu Sporting Kulüp’ü gözüne kestirmiş. Belediye “hayır” demiş. Ama zamanın başbakanı vermiş. Tarih 1954’müş. Sporting Kulüp yıkılmış, yerine karargâh yapılmış.

 

Estetikten son derece uzak, gri bir bina olan Nato Karargâhı’nın, 1’inci Kordon’daki talan ya da yıkımı başlattığını, işte bu çirkinliğin örnek alınarak apartmanların sıralandığını sözlerimize ekleyelim ve salına salına ilerlemeye devam edelim.    

 

Birkaç yıl öncesine kadar yerine otoyol yapılmak istenen, ama rahmetli Piriştina’nın gayretleriyle şimdilik bu kâbustan kurtulan 1’inci Kordon, Cumhuriyet Meydanı’nda son bulur. Uluslararası otel zincirlerinin çevrelediği bu meydanda, Universiade 2005 için dikilen iki meşale de yükselmektedir günümüzde. Bir de Gazi Heykeli vardır elbette…

 

Ünlü İtalyan sanatçı Pietro Canonica’nın imzasını taşıyan bu anıt, 1932 yılında yapılmıştır ve Atatürk’ü üniformalı olarak atının üzerinde göstermektedir. Atatürk’ün sağ eli denizi işaretlerken, yüzü batıya dönüktür.

 

Eğer otoban projesi gerçekleşseydi, Cumhuriyet Meydanı’na kadar doldurulan alan, Tarihi Pasaport İskelesi ile şimdiki Eski Rıhtım binalarını da içine alarak “kamu yararı” gereği yıkılıp doldurulacak ve Konak’taki sahil yoluna öyle bağlanacaktı.

 

Ve şimdi bizler, teknemizle birlikte Pasaport’a yanaşamayacak; Ulusal Mimarlık Akımı’nın İzmir’deki simge yapılarından 1928 tarihli Borsa Sarayı ile Denizcilik İşletmeleri binasını denizin üstünden bu kadar net göremeyecek; 1891’de yapılarak çeşitli amaçlar için kullanıldıktan sonra uzun yıllar merkez postane olarak değerlendirilip günümüzde Turizm İl Müdürlüğü’ne ev sahipliği yapan o güzelim yapının taş işçiliğini belki de fark edemeyecek ve sonuçta Konak Pier’in hemen yanı başından geçemeyecektik. Pier’in en ucunda yer alan binanın, Kaptan Köşkü adıyla, iki-üç odalı sıra dışı bir butik otele dönüştürülmesi projesini de elbette bilemeyecektik.

 

Konak Meydanı’ndan geçen bir otoyolun, arkalarda yükselen Kadifekale eteklerini ve gün ışığına çıkarılması için yoğun çaba gösterilen Antik Symrna Tiyatrosu’nu nasıl etkileyeceğini ise düşünmek bile istemiyorum. Konak Viyadüğü’nün, meydandan neler götürdüğü ortada çünkü…

 

Neyse… Bütün bunları yapıp yapmamak, politikacıların işi. Biz, Konak İskelesi’nde verdiğimiz “ihtiyaç molası”ndan sonra Güzelyalı’ya doğru dümen kıralım ve yolculuğumuza kaldığımız yerden devam edelim. Devlet Tiyatrosu Konak Sahnesi’ni, Sabancı Kültür Sarayı’nı, İKSEV binasını ve Tarihi Asansör’ü bir de denizden seyredelim. Uzun yıllar yaşadığım Küçükyalı’yı, eski adıyla Karantina’yı ardımızda bırakıp biraz hızlanalım.

 

Hayır, hızlanmayalım! Mithatpaşa Meslek Lisesi var çünkü rotamızda…

 

1881 yılında İslâhevi olarak yapılan ve daha sonradan Sanayi Mektebi’ne çevrilen bu görkemli yapı, 1927’de İzmir Fuarı’nın habercisi sayılan ve seksen bin kişi tarafından ziyaret edilen bir sergiye ev sahipliği yapmış. 1997’de geçirdiği talihsiz bir yangından sonra sadece dört duvarı kalmasına rağmen aslına uygun olarak restore edilen bina, hâlen meslek lisesi olarak kullanılıyor.

 

Küçükyalı’da bir de Köşk Sineması vardı eskiden. Üniversite yıllarımda müdavimi olduğum bu sinemada, sadece Avrupa filmleri oynar, 80’lerin sonunda yeniden canlanmaya başlayan Türk sinemasının önemli yapıtları da perde bulurdu. Turneye gelen Ankara Sanat Tiyatrosu’ndan “Sacco ile Vanzetti”yi de bu sinemada izlediğimi hatırlarım. Ne yazık ki, günümüzde yerinde bir apartman var Köşk Sineması’nın ve bu apartman artık kimlerin günahını almışsa yıllar var ki bitirilemiyor.

 

Mithatpaşa sahili, aslında çok da keyifli manzaralar sunmuyor. Çürük diş misâli yükselen Yeşilyurt Devlet Hastanesi bunlardan biri örneğin. Denizin doldurularak, tüm koyların tıraşlanmasına neden olan Mustafa Kemal Sahil Bulvarı’nın tamamlanmasından sonra (1988) sanki daha bir hızla betonlaşmış durumda, eskiden yalılarla dolu bu sahil. Bu arada 1989 Yerel Seçimleri öncesi mevcut belediyenin aceleyle tamamladığı, virajları dikkate almadan sadece asfaltla kapladığı, bu yüzden sayısız otomobilin denize uçtuğu sahil yolunun, seçimlerden sonra göreve gelen yeni belediye tarafından, bu sefer eğim ve viraj hesaplarıyla yeniden yapılmak zorunda kalındığını da sözlerimize ekleyelim.

 

Uşakîzâde Lâtife Hanım Köşkü’nün de içinde bulunduğu ve gönderinde dev bir Türk Bayrağı’nın dalgalandığı İzmir Türk Koleji açıklarına geldiğimizde insan düşünmeden edemiyor: Güzelim Sakız Yalıları bir bir yitip gittiğine göre, peki ne kalmıştır günümüzde bu sahilde?.. İzmirli nerede soluk alır, nenede insan olduğunun farkına varır? Yanıt biraz ruhâni olacak ama, son derece muhterem bir kişiliğin yatırının olduğu Susuz Dede’de… Sadıkbey mevkiindeki bu park, keşke dile gelse de konuşsa; eskiden bu sahil nasıl da güzelmiş, ama dilek tutmaya gelenlerin hiçbirinin kaygısı eski güzellikler değilmiş diye…

 

Çünkü bizim halkımızın naif bir yanı vardır. Geçmişi çabuk unutur ve geleceğe umutla bakar. Ancak bu gelecek, sadece kendi kişisel çıkarlarıyla örtüştüğü sürece doğrudur. Misâl, 1996’da “İzmir’in ilk asma köprüsü” diye her kanalda lânse edilen ve sanki İzmir Körfezi’nin iki yakasını birbirine bağlamışçasına müthiş bir görkemle açılışı yapılan Güzelyalı’daki “üst geçit” gibi… Ya da aynı belediyecilik anlayışının, yüzde yüz doğal SİT alanı olmasına rağmen ruhsat verip İnciraltı’nda yükselttiği bir başka çürük diş gibi…

 

•••

 

Siz siz olun; bence, Alsancak’tan Göztepe’ye tekne ile gitmeyin! İnsana kötü şeyler de düşündürüyor: “Bana dokunmayan yılan, bin yıl yaşasın” misâli…

 

 

– Mart 2009     

bottom of page