top of page

İnciraltı

Eskiden pabuç incirleri ile doluymuş tüm bu bahçeler; sıra sıra mandalina ağaçları ile Balçova sırtlarından denize kadar uzanırmış kocaman gövdeleri. Altına uzandığınızda gökyüzü bile görünmez olurmuş. O denli büyükmüş dalları; heybetli ve serin…

 

Yetmişlerin başlarına kadar sürüp gitmiş bu gölgelerin krallığı. Bir-iki balıkçı kulübesi, mendireğinde takalar ve yaz geldiğinde tenekeden barakalarda yaşayan orta hâlli yazlıkçılar…

 

1971’de, İzmir’in Akdeniz Oyunları’na ev sahipliği yapmasıyla değişmeye başlamış incir ağaçlarının da kaderi. Sporcuların kaldığı Oyunlar Köyü buraya yapılmış çünkü. İzmir’in diğer ucundaki Atatürk Olimpiyat Stadı’na ulaşıp yarışmalara yetişmek ya da kazanmak için ter dökmeye daha köydeyken başlarmış sporcular. Birçok müsabaka ertelenmiş bu yüzden. Konu organizasyonsa bugün bile elimize kimse su dökemez derim ben…

 

Oyunlardan sonra üniversite öğrencilerinin barınacağı yurt bloklarına dönüştürülen incirli köyün bu lâneti, günümüzde de devam ediyor sanırım. Bornova ve Buca’dadır çünkü o öğrencilerin okulları ve saatler sürer yolculukları…

 

Hatırlıyorum: Yirmi küsur yıl önce, fakültede okurken de gelirdim buralara. Yurtların dışında bir-iki öğrenci kahvesi vardı yalnızca. Kağıt oynayıp “taş dizmeyi” o zamanlarda da sevmediğimden sahil boyunca bir başıma yürür, önümde uzanan şu hayata dâir düşler kurar ve hayâli yolculuklara çıkardım. Sazlıklardan havalanan göçmen kuşlarla beraber…

 

Doksanların ikinci yarısından itibaren kökten değişmeye başladı İnciraltı. Kısmen de olsa yapılaşma izni verildi. Kahvaltı salonları birbirini izledi. Lezzetten yoksun büfeler her yanı sardı. Ama Ege’nin cânım balıklarını pişiren, her bütçeye uygun lokantalar da açıldı. Ve kahve teraslarıyla bira bahçeleri… Böylece özellikle hafta sonları bir şenlik alanı oldu İnciraltı: Spor yapanlar, mangalcılar, akşamcılar, gençler ve yaşlılarla birlikte cümle-âlem…

 

Cam ve çelikten yükselip gökyüzünü bir çürük diş gibi delen o otel ve yanındaki alışveriş merkezi de olmasa çok daha fazla keyif verecekti İnciraltı kuşkusuz. Çünkü hâlen dahi büyük kısmı bahçeler, yürüyüş yolları ve sazlıklarla çevrili İnciraltı’nın. Bağlar, bostanlar ve seralarla kaplı. O seralar ki, İzmir’in zerzevat ihtiyacını tek başına karşılar.

 

Üçkuyular’dan Sahilevleri’nin başlangıcı sayılan deniz üssü Sancakkale’ye kadar uçsuz bucaksız uzanan, kentin merkezinde bir vaha gibi durup İzmir’in akciğerlerini oluşturan ve yüzde yüz doğal SİT alanı olan bu topraklar üzerinde yeni oyunlar oynanıyor bugünlerde. Expo 2020 tezgâhıyla –başka bir yer kalmamış gibi– tam anlamıyla imara açılmak isteniyor. Expo’nun ne anlama geldiğini bile bilmeden, onun sayesinde İzmir’in kurtulacağını, tüm sorunlarından arınıp bir Avrupa şehri olacağını ve özcümle basit bir esnaf ekonomisi gözüyle çok para kazanacaklarını düşünen çevreler, bu durumdan hoşnuttur elbette. Oysa o gökdelen otelinin temeli yer altı sularını kurutmuştur, atıkları yüzünden yanı başından akan derede kurbağalar bile yaşayamaz olmuştur, rengi yer yer mordan kahveye dönmüştür, ne gam? Evet, basiretsiz yöneticilerin elinde kentsel yapılanmadır tüm bunlara izin veren! Ama gel gör ki, Expo’yu “sağlıklı ve daha yaşanabilir bir dünya” temasıyla kazanabileceklerini düşünenler de yine aynı omurgasızlardır.

 

•••

 

On seneden fazla oldu, her hafta sonu gelirim İnciraltı’na. Eşimin bankasının spor tesisleri vardır çünkü burada: Basketbol, voleybol, tenis ve futbol sahalarının yanında eşsiz bir park ve doğa. Eylül Ada, bu bahçede büyümüştür diyebilirim rahatlıkla…

 

Bazen spor yaptığım da olur, Eda ve kızımla beraber. İki senedir düzenli aldıkları tenis derslerine katıldığım da… Ama genellikle –hadi doğrusunu söyleyeyim topu göremediğim için– kuytu bir köşeye masamı kurar, kahvemi önüme alır ve okuyup yazarım ben İnciraltı’nda. Karşımda deniz, üzerimde bir ıhlamurun mayhoş serinliği…

 

Sonra karşı kıyıların yamaçlarında yükselen beton blokları görmezden gelir, ama Çiğli açıklarındaki kuş cennetini seçmek isterim inatla. Bazen bulutsuz, açık havalarda gördüğü de olur gözlerimin. En azından hayâl eder, bir kuş kanadında uzak coğrafyalara doğru göğe yükselirim.

 

Bugün de öyle yaptım. Eylül Ada raket sallarken, oturup İnciraltı’nı yazdım. Geçmişini hatırlayıp belirsiz geleceğini kaleme aldım.

 

Buraya gelirken Deniz Kuvvetleri’nin emekliye ayrılan zırhlısı Ege ile denizaltısı Piri Reis, küçük limanlarında demirliydi yine. Bağlı oldukları iskelenin girişinde, insan boyundaki çapaları ve dev pervaneleriyle birlikte. Hayır, hiç gezmedim bu müze-gemileri. Klostrofobik duygularım var çünkü benim. Ve ben tüm gemileri seferdeyken severim.

 

 

– Haziran 2012

 

 

Hamiş

Martı fotoğrafı: Mehmet Cengiz Tümer / İki Kişilik İzmir

bottom of page