top of page

İçinde Pamukkale Bulunan Bir Yılbaşı Yazısı

Murat Tuncay'a

 

Üniversitede öğrencisi olmaktan büyük gurur duyduğum ve kendisinden lisans sınıflarında Yazarlık, Dramaturji, Tiyatro Tarihi ve Kuramları, yüksek lisansta ise Tiyatral Anlatımda Güldürü derslerini aldığım Prof. Dr. Murat Tuncay’ın bir paragrafı hâlâ daha aklımdadır. Takvimin, mutlaka özel bir gününde dile getirdiği bu paragraf, kelimesi kelimesine şöyledir:

 

“Yıl 365 gün. Bu bir yıl içinde kutlanması gereken yılbaşı, doğum günü, sevgililer günü, evlilik yıldönümü, anneler ya da babalar günü, resmi ve dini bayramlar gibi günlerin sayısı ise son derece az. Bu özel günlere ‘Aman boş ver, bana ne yahu, bizden geçmiş artık’ şeklinde yaklaşırsanız, yaşamınız da tıpkı bu boş vermeci tavrınız gibi giderek anlamını yitirir. Bu yüzden siz siz olun, özel günlerinizi unutmayın, her zaman kutlayın. Yaşadığımız şu dünyada zaten yeteri kadar anlamsız olan bu 365 güne, kendinizce küçük bir anlam katın…”

 

O gün bugündür, yaşama anlam katan bu “özel günlere” daha bir önem verdiğimi belirtmeliyim. İşte bugün Pamukkale’deyim ve 2005 yılının bu son gününde yeni gelen yılı coşkuyla karşılamaya ve mutlulukla kutlamaya hazırlanıyorum. Murat Hocamın, kulaklarımıza küpe olarak taktığı öğüdünü ise hiç unutmuyorum.

 

•••

 

Pamukkale’yi ilk ziyaretim, 1983 yılının ilkbaharına rastlar. Havuzlarına girip çıktığım ve antik sokaklarında gezindiğim o günlerden aklımda kalanlar bembeyaz bir düş gibi sanki: Gökyüzünün bulutları uçmaktan yorulmuşlar ve gelip yere konup pamuk pamuk olmuşlar… 

 

Yeryüzünün en mucizevi coğrafyalardan biri olan bu doğa harikası, o zamanlar gerçekten bir düş gibi uzanırdı; uçsuz bucaksız. Tüm havuzcukları bir yandan dolup diğer yandan boşalır, suları şırıl şırıl şırıldardı. Henüz bu mirası kirletmeyi başaramamıştı insanoğlu. Dünyanın yaşıyla yaşıt katmanlar ısrarla direnir, ama bir yandan da yaklaşmakta olan çevresel felaketin ilk sinyallerini vermekten kaçınmazdı.

 

Pamukkale’nin şifalı suları, çevresinde yapılması için devlet eliyle özendirilen otellere verilmemişti çünkü. Kendi doğasındaydı, ait olması gerektiği gibi kendi yatağında akardı.

 

Sonra bir bir oteller kuruldu, SPA’lar açıldı ve birileri bu işten ‘su gibi’ paralar kazandı.

 

Ve gün geldi; Pamukkale’nin cânım kireçli suları akmaz, havuzcukları taşmaz oldu. Rengi soldu, ışıltısı kayboldu.

 

Çok şükür ki, sonunda bu gidişe bir son verildi. Sonsuz yılda oluşup birkaç on yılda tükenme noktasına gelen mucizenin kurtuluşu için bir dizi önlem alındı. Doğa, bir kez daha kendini yenilemek için canla başla işe koyuldu ve Pamukkale’nin ışıltısı, tekrar gözleri kamaştırmaya başladı. Kalker tüfleri, bir kez daha kendi küllerinden doğmayı başardı.

 

•••

 

Kaldığımız otelden (Colossae Thermal), yaklaşık on dakika süren bir yolculukla ve yol boyu kilometrelerce uzanan Nekropol’ü ardımızda bırakarak travertenlere ulaşıyoruz. Aralık ayının son günü, hava elbette soğuk. Eylül Ada ise küçük. Hızlı bir tur yapmak zorundayız.

 

Pamukkale’nin eskisi kadar olmasa da yine de akan sularını, tekrar pamuk pamuk beyazlaşmaya başlayan travertenlerini bir de kendi gözlerimizle görüp vakit kaybetmeden rotamızı Hierapolis’e çeviriyoruz. Yürürken, bir yandan da yanımızdaki rehber kitaptan şu satırları okuyoruz: 

 

“Denizli’nin 18 km. kuzeyinde yer alan Hierapolis antik kentinin, arkeoloji literatüründe Kutsal Kent olarak adlandırılması, kentte bilinen bir çok tapınak ve diğer dinsel yapının varlığından kaynaklanmaktadır. İlk Çağ'da yaşayan Strabon ile Ptolemaios, verdikleri bilgilerde, Karia bölgesine sınır olan Laodikeia ve Tripolis kentlerine yakınlığı ile Hierapolis'in bir Frigya kenti olduğunu ileri sürerler. Hierapolis olarak adlandırılmadan önce de kentte bir yaşamın var olduğunu Ana Tanrıça kültünden dolayı biliyoruz. Kentin kuruluşu hakkında bilgilerin kısıtlı olmasına karşın; Bergama Krallarından II.Eumenes tarafından İ.Ö.2.yüzyıl başlarında kurulduğu ve Bergama'nın efsanevi kurucusu Telephos'un karısı olan Amazonlar Kraliçesi Hiera'dan dolayı, Hierapolis adını aldığı bilinmektedir. Hierapolis, Roma İmparatoru Neron dönemindeki (İ.S. 60) büyük depreme kadar, kentleşme ilkelerine bağlı kalarak özgün dokusunu sürdürmüştür. Ama bu depremde büyük zarar görse de tamamen yenilenmiştir. Hierapolis, Roma Dönemi'nden sonra Bizans Dönemi'nde de çok önemli bir merkez olmuştur. İ.S.4.yüzyıldan itibaren Hıristiyanlık merkezi olması ise İ.S.80 yıllarında, Hz.İsa'nın havarilerinden olan, Aziz Philip'in burada öldürülmesinden kaynaklanmaktadır.”

 

Hierapolis’in geniş ana caddesine çıkmadan önce Büyük Hamam Kompleksi’ne uğruyoruz. Masif duvarları ve bazı tonozları ayakta kalabilmiş olan yapının iç mekânlarının mermerle kaplı olduğuna dâir izler hâlen dahi görülüyor bu tipik Roma hamamında. Büyük hole bitişik tonozlu kapalı mekânlar ise günümüzde müze olarak kullanılıyor.

 

Yaklaşık 1 km. uzunluğunda olan ve her iki ucunda da anıtsal birer kapı bulunan ana caddede ilerlemeye devam ediyoruz. Yol boyu sütunlu galeriler, tapınaklar ve önemli kamu binalarının kalıntılarının arasından geçiyoruz. Uzakta yükselen Apollon Tapınağı’na çıkmayı bir başka tura ve güneşli bir güne bırakıp Antik Tiyatro’ya varıyoruz.

 

Yamaca yaslanmış tiyatronun sunduğu manzara ve verdiği keyif gerçekten müthiş. Elimdeki rehbere göre; inşasına büyük depremin ardından, Flaviuslar döneminde İ.S.62 yılında başlanan tiyatronun 50 oturma sırası bulunuyor ve sekiz merdiven aralığıyla yedi bölüme ayrılıyor. Cavea’nın (seyircilerin oturduğu bölüm) tam ortasından geçen Diozoma’ya her iki yandan tonozlu birer geçit ile ulaşılması da ilginç bir detay olarak göze çarpıyor. Sahne arkasının heykellerle süslü sütunları ve rölyeflerinin, zamanında kimbilir hangi oyunlara dekor olduğunu ise insan düşünmeden edemiyor…

 

•••

 

Gün akşama dönerken, sıcak sularının Pamukkale’den gelmediğine inandığım otelimize dönüyoruz. Ilık havuzunda yorgunluk atıp akşamki Yılbaşı Balosu’na hazırlanıyoruz.

 

Yılbaşı Balosu demişken, kutlamaya dâir bir açıklama yapmamda da yarar var: Çünkü öyle gürültülü sazları, pes perdeden popüler şarkıları ve piyanist-şantör zırıltılarını pek haz etmem ben. Baloya katılış amacımın ise acıkan karnımı doyurmaktan öte olmadığını belirtmeliyim.

Yeni gelen yılı coşku ve mutlulukla kutlamak gerektiğine olan inanıcıma gelince… Ben size, Oğuz Uçak gerdan kırıp göbek atacak, hatta kendini tutamayıp dansözlere bol keseden para basacak demedim ki!..

 

Ben sadece, eski yılın son gününde yapmış olduğumuz Pamukkale ziyareti ile ileride bir gezi yazısına temel oluşturması adına yeni yılın ilk saatlerinde almış olduğum bu notları paylaşmak istedim

 

Bundan daha büyük bir kutlama ve mutluluk, başka ne olabilir ki?

 

 

– 1 Ocak 2006 / Ağustos 2008

bottom of page