top of page

Kar Tatili

Gün ışırken horoz sesleriyle uyandım.

 

Aslında uykuyu sevmediğimi söyleyemem. Oldum olası pazar sabahları geç kalkmaya, uyandıktan sonra bile uykuya uyku katmaya, uzun öğle sonralarında ise içinde binbir düşe daldığım kısa şekerlemelere yatmaya bayılırım ben. Öyleyse itiraf ediyorum: Ben bir keyif adamıyım!

 

Ama, evimden uzakta yollardaysam eğer, vücut saatim tersine işlemeye başlar benim. Yatağımı yadırgadığımdan değil elbet; ne kadar geç yatarsam yatayım, güne erken başlamak, herkes derin uykularındayken bir başına ayağa kalkıp önümde uzanan zamanı dolu dolu yaşamak için sessizce hazırlanır ve kendimi dışarıya atarım. Bazen çan sesleri, bazen mikrofonsuz olarak makâmında okunan bir ezan ya da bugün olduğu gibi horozların ötüşleri, keşif duygumu harekete geçiren en güzel çağrılardır benim için…

 

•••

 

Buraya dün geldik. Daha önce defalarca gezip dolaştım bu coğrafyayı. Unesco’nun Dünya Kültür Mirası listesinde yer alan Birgi’deki; İmam Birgivi Medresesi ile Sultan Şah ve Aydınoğlu Mehmet Bey’in anlamsız türbe ziyaretlerini bir kenara bırakırsak; 1312 tarihli Ulu Camii ve 1761’den bugüne üç katı birden dimdik ayakta duran Çakırağa Konağı’nın güzelim duvar ve tavan resimleriyle bir dantel gibi işlenmiş ahşap oymaları, kıvrıla kıvrıla yukarı katlara çıkan merdivenleri, göz göz odaları ve elbette sofaları hâlen dahi gözümün önünde ve zihnimdedir.

Deniz seviyesinden 970 m. yükseklikte bir krater gölü olan Gölcük’ü de iyi bilirim. Çam ormanlarının arasında gizlenen bu gümüş tepsinin kenarında dolaşmışlığım çoktur benim.

 

Ama bu gezimizin, Eylül Ada’yla birlikte Bozdağ’a ilk çıkışımız olduğunu şimdi rahatlıkla söyleyebilirim. Beş yıl önce Gölcük’te kaldığımızda hem zirveye kadar tırmanmamıştık, hem de küçüktü, hatırlamıyor çünkü… Dün Ödemiş’in dillere destan pazarını aceleyle gezmemiz ve Hurşid’in meşhur köfteleriyle karnımızı doyurduktan sonra yedi yaşındaki kızıma ilk defa kar göstermek arzusuyla Birgi ve Gölcük’e uğramadan bir an önce Bozdağ’a çıkmamız, işte bu yüzdendir.

 

•••

 

Köy, henüz sıcacık uykular içinde. Sırtını yasladığı Bozdağ’ın koynunda tasasız ve telâşsız bir güne daha hazırlanıyor. Kaldığımız pansiyondan aşağı doğru yürüyorum. Hava buz gibi sert. Başımı kaldırıp zirveye bakıyorum. Gözlerim kamaşıyor. Horozlar ise teklifsiz ötüşlerine devam ediyor. Onlara kestane, sedir ve ceviz ağaçlarının kuytuluklarına yuva yapmış kuşların cıvıltıları ve uzaklardan duyulan saksağanların takırtıları cevap veriyor. Zirveden (2157 m.) kopup gelen ve köyün içinden oluk oluk geçerek aşağılara doğru süzülen ufarak derelerin şırıltıları bir de…

 

Gürül gürül yanan odun sobasının başında ilk çayımı yudumluyorum. Asırlık bir çınarın gölgelediği kahvede benden başka birkaç erkenci daha var. Az sonra kahve dolmaya başlıyor. İzmir’den gelen dağcılık ve kayak kulüplerinin buluşma noktası burası….

 

Pansiyona dönmeden önce, kahvenin karşısındaki bakkala uğruyorum. Ihlamur ve ada çayı almak niyetim. Sahibi son derece konuşkan biri. Dükkânın önündeki sergi alanını hazırlarken bir yandan da lâflıyoruz: “Bizde her şey bulunur” diyor, “olmayan tek şey para…” 

 

Ihlamur ve ada çayının yanında kocaman bir torba kekik, bir kavanoz kestane balı ve kızım için bir çift su geçirmez kar eldiveni alıp çıkıyorum bakkaldan. Dün, yün eldivenleri sırılsıklam olmuştu çünkü. Bunlara sevinir belki…

 

•••

 

Dolu dolu iki gün geçirdiğimiz Bozdağ’da sadece kartopu oynamadık: Uzun yürüyüşlere çıktık, ciğerlerimizi bol bol köy havasıyla doldurduk ve kendi içsesimizi dinlerken doğanın çağrısına da kulak vererek huzur bulduk. Kış Sporları ve Kayak Merkezi’nde ise Eylül Ada ilk defa kar ile tanışırken onun sevinicine ortak olduk.

 

Teleferiğe binip zirveye çıkmayı, kayak ya da ‘snowboard’ ile yeni heyecanlar aramayı tercih etmedik belki; ama bir aşağı bir yukarı kızakla kayarken de düşe kalka benzer heyecanları fazlasıyla yaşadık. Sonra yanımızda getirdiğimiz havuç, siyah zeytin ve düğmelerin de yardımıyla Bozdağ’ın gelmiş geçmiş en güzel kardan adamını biz yaptık!

 

Ve eski günlerin çocukluk anılarında olduğu gibi gırç gırç sesler çıkara çıkara karda yürüyüp izimizi belli ettik bir de…

 

 

– Şubat 2011

bottom of page