top of page

Sakız Hatıraları

İçinden artist, futbolcu, araba resimleri ya da karikatür çıkan Dandy, Turbo, sonra naneli Minti, bol şekerli Pembo ve Tipitip’ten çok daha önceleri, sadece iki farklı sakız markası vardı biz çocukken: Melek ve Arap Mabel… Ben, görece daha ucuz olan Melek’i severdim. Tanesi 25 kuruştu yanılmıyorsam. Harçlığım ancak ona yeterdi…

 

Bazı mahalle bakkallarının tozlu raflarında ise iri torbalar içinde “damla sakızları” satılırdı bir de. Gerçek sakızın bu olduğu söylenir ve dişlere iyi geldiği anlatılırdı büyüklerimiz tarafından hiç durmadan. Oysa ceviz büyüklüğünde, kehribar renkli, yamru yumru bu sakız taş gibi sert olur, çiğnemeye kalktığınızda bir hayli çaba sarf ederdiniz. Tadı da berbattı aslında. Önce ağzınızın içinde tuz gibi dağılır, eğer ki tükürüp de atmadıysanız, neden sonra toparlanır, rengi beyaza döner ve gerçek “sakız” tadını yavaş yavaş alırdınız cakkada cukkada diye çiğnerken.

 

İşte bu yazı, o sakızın memleketine yapılan bir gezinin hikâyesidir.  

 

•••

 

Bize göre Sakız… Kendi alfabelerinde Χίος… Daha bilinen adıyla Chios… Ya da Osmanlı’ya göre Hora… Tanrı Google’a hangisini sorarsanız sorun; son derece faydalı sayfaları bir bir açacaktır önünüze… Bu yüzden ulaşım, konaklama, demografik yapı, coğrafya ve tarih (özellikle 1822 Osmanlı katliamı) gibi derin konulara çok girmeden kendi izlenimlerim üzerine kurulsun istiyorum bu yazı…

 

İş hayatımdaki kırılganlıklar yüzünden, tam 6 yıl sonra ilk defa çıkıyoruz yurt dışına. Pasaportlarımızda hâlen dahi şaşırdığım, 1 yıl süreli ve çok girişli, nur topu ya da kuzu gibi Schengen vizeleri… Üstüne bir de cebimizde ilk emekli maaşımın tarif edilemez pîr-ü neşesi… 10 yaşındaki Eylül Ada’nın ise ilk çıkışı olacak bu seyahat. İnsan odaklı yönetim, tüm canlılara eşit düzeyde saygı, koruma ve yaşama hakkı, sokakların temizliği, parkların yeşilliği ile kültürel mirasa değer ve demokrasi bilinci açısından kıta Avrupa’sındaki kadar olmasa da, Sakız’da da –bize yabancı– benzer kavramlar ve durumlarla karşılaşacağımızı, daha şimdiden biliyorum. Bu yüzden Eylül Ada için, daha bir anlamlı olacak bu gezi… Farkımıza varacak!

 

Çeşme’den ayrıldıktan 20 dakika sonra iniyoruz Ertürk’ün katamaranından. İlk izlenimlerim pek iç açıcı değil: Yan yana, bitişik nizam sıralanan güzel yapılar çoğunlukta olsa da, arada “çürük diş” misâli yükselen apartman katları da var. 1’inci Kordon’un küçük bir örneği gibi öte yandan. Günümüzden 60 yıl öncesinden bahsediyorum elbette. Aynı mimari, Sakız tipi benzer yalılar: İki katlı, yüksek tavanlı, dar uzun pencereli, cumbalı ya da zarif demir parmaklıklı balkonlarıyla taş binalar…         

 

Sakız’da turizm çok yeni aslında. 10-12 yıl önce bizlerin istekleri ile başlatılmış bu girişim. Hatırı sayılır ölçüde ekonomik getirisi olan sakız üretiminin önüne geçmemesi için, ülke politikası gereği bilinçli bir şekilde engellenmiş çünkü turistik yatırımlar. Ama yerel halk, şimdi son derece mutlu bu yeni gelir kapısından. Her yerde Türkçe hazırlanmış reklâm spotları, afişler, broşürler, mönüler çıkıyor karşınıza. İyi kötü Türkçe konuşan personel el üstünde tutuluyor. Birkaç kelime konuşup diyalog kurabilen ise kendini bize yakın hissediyor, yüzü gülüyor. Sonuçta beklentileriniz yüksek değilse eğer, benzer özelliklerimizin çokluğuna rağmen farklı bir kültürü tanıma fırsatı vermesi ve Schengen vizenizi “işler” kılması açısından Sakız, son derece ideal bir rota bence. Yakınlığı, ulaşım kolaylığı ise biz İzmirliler adına ayrı bir avantaj.            

 

Merkezde deniz ve plaj olanakları oldukça sınırlı Sakız’ın. Yürüyerek 15 dakikada ulaşılan en yakın plaj, taşlı çakıllı. Su derin, serin, ama çok temiz. Çünkü bilirsiniz taşlı deniz, her zaman daha temizdir. Alışık olunan ve tercih edilen kum plajlar ile sığ sular ise 4 km güneydeki Kambos ile ondan 2 km sonrasındaki Karfas’tan başlıyor. Merkeze 25 km uzaklıktaki Pyrgi’den 5 km daha güneyde Mavra Volia var bir de. Burası farklı bir deneyim yaşamak isteyenlere simsiyah iri çakıl taşlarını sunuyor. Çünkü volkanik bir kıyı Mavra Volia plajı…

 

Yemeklere gelince… Geleneksel Yunan mutfağından iyi örnekler sunan çok sayıda taverna, sahilde yan yana sıralanıyor Sakız’da. Moussaka, Tzakziki (okunuşu caciki), tavuk şiş Souvlaki, Grek salata, ızgara peynir Mastello son derece lezzetli. Deniz ürünleri ise Türkiye’ye göre ucuz ve çok çeşitli. Tadı biraz “tatlımsı” olsa da farklı sunumuyla masanıza bütün hâlde getirilen taze kalamar ızgara mutlaka denenmeli. Ana yemeğin yanında salata ve mezeler, 20 cc’lik Ouzo ya da yarım litrelik ev şarabı dâhil böyle bir ziyafet, şehrin ünlü mekânlarından Tassos’ta kişi başı en çok 20 Euro civarında. Ancak porsiyonlar, benim gibi iştahlı birinin bile bitiremeyeceği kadar inanılmaz büyüklükte. Bu yüzden ana yemek, sadece ortaya istenmeli bence.

 

Üstüne ikramlar da cabası. Günün herhangi bir saatinde ister kahve (cezvede ya da filtre) söyleyin, ister bira (tercihen Fix Hellas ya da Mythos)… Kahve ile birlikte mutlaka bir dilim kek, yoksa sakızlı lokum; biranın yanındaysa koca bir kâse dolusu cips gelecektir. Yemekten kalkarken sakız likörü ve dondurma, hatta garsonun ısmarladığı 1 kadeh “yolluk” Ouzo da öyle. Ama en güzeli, masanıza oturur oturmaz, sürahi dolusu buzlu suyun size “kalimera” demesi…   

 

Bu arada Sakız’da bir tane olsun Starbucks, McDonald’s, Burger King, KFC ya da Pizza Hut, sonra herhangi bir AVM saçmalığı ve hipermarket görmedim ya; en çok ona yanarım ben!.. Ve şimdi, kendi kendime hâlâ sorarım: Biz mi çok ileriyiz, yoksa Komşu mu bizden geri?!.  

 

Son olarak Mesta’ya ayrı bir paragraf açmalıyım. Merkezin 35 km güneybatısında kalan bu köy, 14’üncü yüzyıldan bugüne kurulduğu hâliyle kalmış bir sessizlik, bir derinlik… Otoban fakiri (!) Ada’nın daracık yollarında net 60 dakika süren ulaşım, liman yakınlarındaki terminalden iki saatte bir kalkan, en az benim yaşımdaki otobüslerle sağlanıyor. Mesta’ya varmadan önce Pyrgi’nin içinden de geçen yol, bir başka ortaçağ yerleşimi olan, geometrik desenli duvar ve tavan süslemeleriyle ünlü bu köy hakkında da iyi kötü fikir sahibi olmanızı sağlıyor.

 

Ve Mesta… Sakız üretiminin merkezi sayılan bu dağ köyü, gerçek bir hazine oldu benim için. Kelime olarak Mastic (Yunanca Μαστίχα, yani sakız) ile aynı kökten türediği aşikâr. Labirentler hâlinde uzanan tonozlu sokakları, güvenlik için yan yana sıralanarak bütünde geçit vermez bir kaleyi oluşturan taş evlerin Mardin’i andıran mimari yapısı, ortasında kilisesi ile sadece bir iki kahveden ibaret küçücük meydanı “mest” etti çünkü beni… Serin mi serin sokaklarında kaybolmak, gölgelere sığınmak, sonra uzun uzun düşünmek, arkasından okumak ve nihayet oturup yazmak… Ne iyi olurdu, bir süre de olsa Mesta’da yaşamak!

 

•••

 

Sakız, tıpkı çocukluğumun damla sakızı gibiydi benim için. Önce kolay kolay teslim olmadı, tadı çıkmadı, renklerini ele vermedi, hatta boy boy ve vızır vızır motosikletleriyle can bile sıktı; ama zamanla açılıp sevdirdi kendini. Yani bana yabancı tüm şehirler gibi… 

 

 

– Temmuz 2014 

bottom of page