top of page

Sakin Şehrin Limanında

Son 25 yıldır, sık sık yolum düşmüştür Seferihisar’a. Kasabanın merkezini, küçük çarşısını, ara sokaklarını, üzüm bağlarıyla zeytin ve mandalina bahçelerini, Gödence ve Doğanbey gibi dağ köylerinin taş evlerini, sanılanın aksine aslında Urla’ya bağlı Bademler’in takdire şayân köy tiyatrosunu ve orada yakılan kültür ateşini, sonra burada ve komşu coğrafyada kalıcı izler bırakmış Antik Ion Birliği’nden Teos, Lebedos, Klaros, Notion ve Kolophon’un sessizliğini, ve elbette kendine bağlı Ürkmez’i de içine alıp Gümüldür ve Özdere’ye kadar uzanan upuzun (27 km) sahil şeridini az çok bilirim ben.

 

Denizleri serindir Seferihisar’ın. Temiz ve derin. Henüz bâkirdir çünkü bu bölge. Issızlığı ondan gelir.

 

İki yıl öncesine kadar yazlık bir evimiz de vardı burada; Akarca koyunda. Satmak zorunda kalmıştık aile kararıyla. Hâlâ üzülürüm. 

 

•••

 

Cittaslow’un Türkiye’deki öncüsü Seferihisar, 2009’dan bu yana hareketin içinde. Nüfusu 50 binden az olan yerleşimlerin dokusunu, kendine has yapısını, mimari mirasını ve sakinlerinin yaşam tarzını koruyup yerel ürünlerine, sanatlarına ve yemeklerine sahip çıkmalarını öngören Birlik, doğaya zarar vermeden de gelişimin sağlanabileceğini savunuyor.

 

Çevre ve altyapı politikaları, kentsel doku ve kaliteye verilen değer, geleneksel üretimin korunması, misafirperverlik, farkındalık ve sahiplenme ile hareketin çıkış noktası olan slow-food faaliyetlerine ve projelerine destek gibi başlıklar altında çok sayıda kriter aranıyor Cittaslow’un logosu şirin salyangoza sahip olabilmek için. Seferihisar’dan sonra Akyaka, Gökçeada, Taraklı, Yenipazar, Yalvaç, Perşembe, Vize ve son olarak Halfeti’nin de Türkiye’deki sakin şehirler arasına katılmasını önemsiyorum bu yüzden.

 

•••

 

Kasabanın merkezine 5 km uzaklıktaki Sığacık’a doğru yol alıyoruz mandalina bahçeleri içinden geçerek. Eylülün son demleri olmasına rağmen meyveler olgunlaşmaya başlamış dallarında şimdiden.

 

Sakin şehrin limanı Sığacık, ismi gibi narin ve güzel duygular uyandırıyor insanda. Bir kuş gibi yumuşacık, eline alıp dokunmaya kıyamayacağın kadar ürkek ve minik, rüzgârla havalanan kanatlarında ise huzur ve sessizlik…

 

Ama önce Teos’a düşüyor yolumuz. Antik dünyanın en büyük Dionysos Tapınağı’ndan kalan izleri (frizleri İzmir Arkeoloji Müzesi’ndedir) arıyoruz bir süre. Küçük Agorası’nda ve kazı çalışmaları hâlen devam eden yapı toplulukları arasında dolaşıp tiyatrosunda ve meclis binasında (Bouleuterion) soluklanıyoruz uzun uzun. Akkum’un pırıl pırıl denizinde gün boyu iliklerimize kadar serinledikten sonra, ancak gün dönerken sığınıyoruz Sığacık’a.

 

Kimine göre Selçuklu’dan, kimine göre Osmanlı’dan kalma Sığacık Kalesi karşılıyor kıyıda bizi. Dar kapısından içeri adım atar atmaz, bambaşka bir dünyaya dalıyoruz. Rengârenk bir pazaryeri sanki burası. Daracık sokaklarda her evin önünde bir tezgâh ve o tezgâhlarda alıcısını bekleyen tazecik otlar, herkesin kendi bahçesinden topladığı limonlar ve mandalinalar, şişe şişe altın sarısı zeytinyağları, evin mutfağında pişirilip hemen önündeki masaya konuveren yemekler (börekler, gözlemeler, incecik yaprak sarmaları, hatta baklava bile var), kavanoz kavanoz salçalar ve reçeller, sonra el emeği göz nuru oyalar, işlemeler…

 

Tüm bu renk cümbüşü zihnini açıp yaşama sevinci veriyor insana. Kokuların tetiklediği gurultularsa acıktığını söylüyor karınların.

 

Surların içinden çıkıp en az 5 asırlık kalenin en sağlam yapıları olduğu anlaşılan ufak tefek iki burçun tam karşısındaki balıkçıya yürüyoruz usul usul. Şıpır şıpır salınan denizin hemen kenarındaki masamız çoktan hazır. Güneş ufukta, hiç acele etmeden santim santim erirken Ege’nin içine doğru; yavaş yavaş buğulanıyor kadehlerimiz. Hepimizin yüzünde farklı bir dinginlik, yüreğindeyse huzur. Bu huzurla kalkıyor ilk kadehler sakin şehrin şerefine… Mutluluk budur!

 

 

– Eylül 2013     

 

bottom of page