top of page

Darıca'nın Hatırlattıkları

Bahadır’a

 

Biz, Bahadır’la büyüdük.

 

Çocukluğumda İzmir’e her gelişimizde, mutlaka bu delikanlıyı da ziyaret ederdik. O zamanlar Kültürpark Hayvanat Bahçesi sanki daha bakımlı, daha büyük, misafir canlıları da sanki daha bir mutluydu.

 

Çocuklar için bambaşka bir âlemin kapılarını aralayan ve çocuk aklıyla insanın kendini vahşi bir ormanda duyumsadığı bu bahçeyi kaç defa ziyaret ettim, bilmiyorum. Ama üniversite okumak için gelip yerleştiğim İzmir’de (1988), sonraki yıllarda da ara sıra uğradım bu bahçeye. Elbette, artık otuzlu yaşların olgunluğunu yaşayan Bahadır’a da… Birlikte fotoğraf çektirmişliğimiz bile vardır.

 

Sonra yıllar birbirini kovaladı. Bahadır yaşlanırken, biz büyüdük. Biz büyüdükçe de o bahçe küçüldü. Balta girmemiş vahşi bir ormanın derinliklerinden Kültürpark’ın arka bahçesi olup çıktı.

 

Aklımda bir Bahadır kaldı… Ne yırtıcı kuşlar, ne zarif zürafalar (adı Efe’ydi birinin ve bakıcı sponsoru İzmir Hilton’du), ne şakacı papağanlar, ne yaygaracı maymunlar, ne o zamanlar daha açık olan Akvaryum’daki bir küvete bırakılan yavru timsahla komşusu balıklar, ne de ormanların kralı kaldı. Bir tek Bahadır!

 

Bunun nedeni heybetinden mi kaynaklanır, yoksa miskin aslanlar kafeslerinde gıkları bile çıkmadan fosur fosur uyuklarken, bahçenin ismiyle çağrılan birkaç şanslı canlısından biri olan Bahadır, günün her saati hortumuyla kendisine sunulan fıstıkları havada yakalamaya ve böylece ziyaretçilerini türlü marifetlerle eğlendirmeye her dâim hazır olmasından mıdır bu sevgi, şimdi bilmiyorum! Tek bildiğim, dediğim gibi o zamanlar Kültürpark Hayvanat Bahçesi bir başka âlemdi. Bahçenin en uzak köşesine yerleştirilen Kokarca’nın mıntıkası dışında, (yoksa bu nâhoş kokulu ama güzel yaratığı Bursa’da mı görmüştüm?) sanki bahçenin havası da temiz, kafesleri pırıl pırıldı. 

 

Yıllar sonra, Eylül Ada doğup hayvanları tanıyacak yaşa geldiğinde de, her şeye rağmen bu bahçeye olan düzensiz ziyaretlerimizi sürdürdük. Bir avuç hayvanatı, onunla da tanıştırdık. Bahçenin bakımsızlığını görmezden, kokularını ise duymazdan gelmeye çalıştık.

 

•••

 

Sonra günlerden bir gün Bahadır öldü.

 

Tam adıyla 1948 Pakistan doğumlu Pak Bahadır, daha 59 yaşındayken yavuklusu Begümcan’ı genç yaşta dul bırakarak, başka bir âleme göçüp gidiverdi.

 

İzmir’deki yerel gazeteler, haberi birinci sayfadan verdiler. Diğer hanım fili kıskandığı için, bu işi Begümcan’ın plânlamış olabileceğini bile yazdılar.

 

Eğer öyleyse ya Bahadır, Begümcan’ı fena aldatmış ve Begümcan çıldırdığı için gözü hiçbir şeyi görmeyip Bahadır’ın canına okumuştu ya da bu iş hayvanlar âleminde biraz ters işliyordu, çünkü benim bildiğim bu gibi durumlarda rakibinle hesaplaşırdın…

 

Oysa yaşlılığa bağlı eklem, kemik ve ayak hastalığından muzdarip Bahadır, kendisini Almanya’dan tedavi etmek için gelen ekibin ameliyat masasında can vermişti.

 

Bahadır’ın tam 5 ton çeken cesedini vinçle kaldırdılar. Koca bedeni şimdi nerede yatıyordur, baş ucunda onu anımsatan bir yontu, bir taş var mıdır, ya da 1954 yılından 21 Temmuz 2007 tarihine kadar evi bildiği Kültürpark’ta bir kaidesi bulunuyor mudur, bilmiyorum?!. Bugünlerde Begümcan’a İsrail’den yeni bir eş getirildiğini, çünkü hayvanlar âleminde dahi hayatın devam etmesi gerektiğini ise iyi biliyorum.

 

•••

 

Darıca Özel Boğaziçi Hayvanat Bahçesi ve Botanik Parkı’nı kızımla birlikte gezerken, bunları düşündüm zihnimde. Yıllar çabuk geçiyor. Artık hayvanlar âleminin bilinmeyen gizlerini keşfetme ve düş kurma sırası, elimi sımsıkı tutan Eylül Ada’da…

 

Yarım günümüzü alan ve ne yalan söyleyeyim, pek de hakkını veremeden ayrıldığımız bu özel bahçeye, “özel” sıfatı gerçekten yakışıyor. Hayvanlar âleminin gizleri, çeşitleri, cinsleri ve türlerinin benim için bile bilinmeyenlerle dolu olduğunu yeniden anladım çünkü.

 

Devlet eliyle işletilen bahçelerin aksine, Darıca’da daha çok uzak dünyalardan gelen misafirler konuk ediliyor. Amazon ormanlarından Yeni Zelanda’ya, Sibirya steplerinden kutuplara bir dolu bilinmeyen hayvanat, burada mutlu mesut yaşıyor, yaşatılıyor. Bahçede bir başına özgürce dolaşan kelaynakların ürkek adımlarından çıkan seslere, gökkuşağının tüm renklerini bedeninde taşıyan papağanların çığlıkları karışıyor. Ancak belgesellerde görebileceğiniz üçüncü dünyanın acayip yaratıklarının kafesleri yan yana sıralanıyor. Pony’ler daha çok bir çiftlik havasında dört nala koşuşturup günlerini gün ediyor. Pitonlar çöreklenirken ve timsahlar bataklıkta oynaşırken, okyanus balıkları ile penguenler derecesi ayarlı serin suların tadını çıkarıyor. Alageyik güzel gözleriyle sizi süzerken, tavus kuşları nazlı nazlı salınıyor. Ve develer her zamanki gibi geviş getirip güneşlenirken, lamaların tükürmesi boşuna bekleniyor.

 

Leopar çifti ise dargın olmalı bugünlerde; geniş barınaklarında biri bir uçta, diğeri bir başka uçta uyuyor. Aslansız bahçede krallığını ilân eden Sibirya kaplanları da öyle, öğle uykusunda. Az önce yedikleri her neyse ondan arta kalanları, leş yiyici akbabaların delici bakıcı bakışlarına aldırmadan gak gak gagalayarak kargalar didikliyor. Bu durum Sibirya’nın efendisinin de umurunda değil hani, aksine kuyruk sallıyor.

 

Bahçenin maymunlar âlemine ise ayrı bir paragraf açmak gerek. Bilumum maymun familyası, koloniler hâlinde çok geniş bir koleksiyon oluşturuyor. Avuç içi olanlardan babunlara, şempanzelerden kırmızı popolulara kadar bir dolu çeşit, hepsi bir arada…

 

•••

 

Biz bugün, kızımla birlikte Darıca Hayvanat Bahçesi’nde çok güzel bir gün geçirdik. Ama her yerde filleri boşuna aradık. Eylül Ada, “işte baba, bak filler buradaymış” dediğinde, onların sadece bire bir ölçüde yapılmış heykeller olduğunu anlayana kadar gereksiz yere heyecanlandık.

 

Ve elbette Bahadır’ı özlemle andık.

 

 

– Yelkenkaya / 26 Temmuz 2008

 

bottom of page