top of page

Buca Yazıları-2

İzmir'de Bir İngiliz Kasabası

Çok değil, yaklaşık iki asır önce İzmir’de bir İngiliz kasabası varmış. Şehrin güneydoğusuna düşen bu kasabanın yerinde eskiden bir Rum köyü bulunurken, 19’uncu yüzyılın başından itibaren hızla gelişmiş ve başta İngilizler olmak üzere İzmirli Levantenler burayı kendilerine yurt edinmişler.

 

Kısa sürede kiliseleriyle, malikâneleriyle, çeşitli uluslara has bahçeleriyle ve elbette sakinlerinin kendilerine özgü yaşam biçimleriyle adına Buca denen bu kasaba giderek büyümüş ve İzmir’in en güzel banliyölerinden biri hâline gelmiş.    

 

Ama çay partileri, at yarışları, av merakları, akşam üstü yapılan kır gezintileri, o zamanlar Forbes’lerin malikânesi yakınlarında bulunan Pagoda adlı çay bahçesinde yaşanan kaçamak buluşmalar, sonra Griziyotis’in Birahânesi’ndeki hararetli konuşmalar ve Grek tarzı Apollon Açık Hava Tiyatrosu’nda düzenli olarak izlenen oyunlar değilmiş Buca’yı bir İngiliz kasabası hâline getiren. 1860’da Anadolu’nun ilk demiryolunun, eski adıyla Kızılçullu (daha da eski adıyla Paradiso) bugünkü Şirinyer’den geçmesi ve bu noktada ayrı bir hattın, 1872’de Buca içlerine kadar uzanmasıymış asıl gelişimi getiren.

  

Aydın demiryolu, İzmir’in nasıl büyümesini sağladıysa, kendi içinde Buca’da da büyük bir değişime neden olmuş gerçekten. Demiryolunu inşa eden şirketin yetkilisi Bay Rees’in Bucalı olması ve malikânesinin, demiryolunun son istasyonunun hemen yanında bulunması da bu gelişimde elbette son derece güçlü bir etken…

 

Aslında Buca’da, Antik Çağlardan beri bir yerleşim varmış zaten. Roma Dönemi’nde İ.Ö.133 ve İ.Ö.395 yıllarında o günkü şehir merkezi Kadifekale’ye su getirmek için tonlarca yumurta akıyla yapılan ve hâlen ayakta duran Su Kemerleri bu topraklardan geçermiş örneğin.

 

İzmir Merkez Komutanlığı ile hemen onun karşısındaki Nato karargâhının Şirinyer’de bulunması da Buca’nın gelişiminde önemli pay sahibiymiş elbette. Karargâhın bir eğitim yuvası olduğu günler çoktan anılara karışıp gitse de…

 

1912’de Amerikan Erkek Koleji olarak açılan ve yıllarca İzmirli Levanten ailelerine eğitim hizmeti veren okulun eski taş duvarlarına dokunmak, sınıflarında dolaşmak mümkün değil bugün. Levantenlerin dışında, Adnan Menderes gibi Türkiye’nin belli başlı simalarını da yetiştiren, Cumhuriyet’in ilânından sonra ise kapatılarak Kızılçullu Köy Enstitüsü hâline getirilen ve Türkiye’nin aydınlanma hareketinde büyük pay sahibi olmasına rağmen enstitülerin de kapatılmasıyla 1953 yılı sonlarında Nato’ya devredilen bu yapı topluluğu, günümüzde yüksek duvarlar ardında ve sürekli sizi izleyen kameraların koruması altında. Enstitüleri kapatıp burasını Nato’ya devreden kişinin Amerikan Koleji mezunu olması ise ne yaman bir çelişki ya da kusursuz bir tesadüf gerçekten…

 

•••

 

Buca’nın demiryoluyla Alsancak’a (Punta) bağlanması, sonuçta bölgenin gelişimini ve imarını hızlandırmış. Hemen hemen çoğunun işyeri Alsancak’ta bulunan İngilizler, artık rahatça gidip gelir olmuşlar banliyölerine. Eskiden sadece hafta sonları için uğradıkları Buca’yı iyice yurt edinmişler kendilerine. Böylece yaz-kış sürekli oturur olmuşlar. Hatta Alsancak’taki St. John Evangelist Kilisesi’nden sonra İzmir’deki ikinci ibadethâneleri olan 1834 tarihli Protestan Baptist Kilisesi’ne daha da çok gelmeye başlamışlar.

 

1863’de atlara duyduğu merak yüzünden yolunu Buca’ya kadar düşüren Sultan Abdülaziz’i son derece iyi ağırlayan Levanten kahramanlarımız, bu misafirperverliklerinin karşılığını almakta da gecikmemişler. Sultan’ın fermanıyla 1865’te onarımdan geçip yenilenen Protestan Baptist Kilisesi’nde, 1960’a kadar aralıksız olarak ibadet etmeye devam etmişler.

 

Ancak 60’da kapatılarak belediyeye devredilmiş kilise ve önce meclis salonu, sonra kültür merkezi ve hatta bir ara nikâh dairesi olarak kullanılmış. Neo-gotik pencerelerindeki güzelim vitrayları ise St. John Evangelist’e nakledilerek bir anlamda kurtarılmış.

 

Nihayet 2001’de düzenlenerek tekrar ibadete açılmış kilise. Dünya üzerinde sadece birkaç örneği kalan devasa orgu yeniden çalıştırılmış. Bahçesindeki Protestan Mezarlığı onarılmış, her biri sanat abidesi gibi duran taşları ayağa kaldırılmış. Bugün Rees’ler, Forbes’ler, Russo’lar işte burada yatarlar.

 

•••

 

1877-78 Osmanlı-Rus ve 1912’deki Balkan Savaşları’nın getirdiği zorunlu göç dalgası, Buca’nın yakın tarihinde yeni bir sayfa açmış. Türk boyları, önce Tıngırtepe ile bugünkü Mevlana Mahallesi eteklerine ve Dutlu Sokak civarına yerleştirilmişler. Renkli hayatlar, kültürel buluşmalar ve tüm dinlere kucak açan müthiş hoşgörü işte böyle ortaya çıkmış. Dertler, sevinçler paylaşılmış. Mahalleli olma duygusu sonuna kadar yaşanmış. Hatta ilginçtir, Cumhuriyet’e kadar Buca’nın belediye reisleri, genellikle Rumlar’mış.

 

Selanik'in Yaylacık köyünden göçerek Buca'ya yerleşenlerin bire bir aynı şekilde inşa ettikleri Yaylacık Mahallesi de yine bu dönemde gelişmiş. 2002’de Buca Belediyesi tarafından restore edilen bu şirin mahallenin Arnavut kaldırımlı ve çiçekli sokaklarında dolaşmak gerçekten keyifli. Geceleri loş bir aydınlatma sağlayan aplikleri, seramik kapı numaraları, çeşmesi ve oturma gruplarıyla geçmişi günümüze taşıyor Yaylacık Mahallesi. Telefon ve elektrik kablolarının yer altına alınması ise bu güzelliğe kesintisiz bir açıdan bakmasını sağlıyor insanın. Oysa iki adım ötedeki Dutlu Sokak’ta kablodan, trafodan ve direkten geçilmiyor. Doğal ve tarihi SİT alanı olmasından mıdır acaba Dutlu’daki kablo kirliliği?!.    

 

•••

 

Buca’da bu yıla kadar üç ayrı partiden üç dönem belediye başkanlığı yapmış Cemil Şeboy’un da hakkını vermek gerek bence. Beş yıldızlı bir otel konforundaki Kadın Aktivite Merkezi’nden Engelliler Parkı’na, harika bir rekreasyon alanı olan Kaynaklar’daki Gölet’ten Yedigöller Vadisi’ne, Tenis Kulübü’nden Atlı Spor Kulübü’ne ve sayısız park ile spor alanından meydan düzenlemesine kadar Buca’nın her yerinde Şeboy’un imzasını görmek olası çünkü…

 

•••

 

İzmir’in güneydoğusunda, yaklaşık iki asır önce şirin bir İngiliz kasabasıyken, büyüyüp gelişen ve giderek nevi şahsına münhâsır bir şehir olan Buca, geçmişten geleceğe uzanan farklı yüzüyle gerçekten sürpriz bir rota…

 

 

– Nisan 2009

bottom of page