top of page

Biz Bu Ada'yı Çok Sevdik

Ada’nın gelişi,

Ada’dan bellidir.

İLK İZLENİMLER

Rodos'a geldiğinizde ya da Rodos size uzaktan görünüp katamaranın penceresinden dışarı baktığınızda, küçük bir şok yaşayabilirsiniz. Çünkü görüp göreceğiniz; limanın sağ tarafındaki sahil şeridi boyunca sıralanmış çok katlı büyük oteller ve limanın yukarısında yükselen surlar olacak. Öyle çok büyük yeşil bir alan da göremeyeceksiniz. Güneşin al­tında parlayan, yanıp yanıp kavrulan bir ada gibi gelecek gözünüze Rodos. Sanki Kuşadası ya da Çeşme'ye geldik sanacaksınız. Ve ikisi de Yunan adasıdır, birbirlerine benzerdir diyerek, Santorini'nin mavi kubbeli, mavi pencereli, kireç beyazı evlerini boşu boşuna arayacaksınız.

 

Ama ilk izlenimlere sakın inanmayın. Bir süre sonra Rodos'u yaşamaya başlayınca, Ada'nın püfür püfür esen rüzgârına kapılıp Old Town'ın daracık sokaklarına ulaşınca, bir labirent gibi kıvrılıp giden bu sokaklarda kendi kendinizi unutunca ve taş evlerin yüzyıllardır soluk alıp veren duvarlarına dokununca; ve elbette insanlarını tanıyınca, özcümle Rodos'u anlayınca, "ne iyi ettik de geldik" diyeceksiniz.

 

 

LİMANDAN ÇIKIŞ

Limanda âşina olduğumuz sarı taksileri boşuna aramayın. Eyvahlar olsun, bir tane bile taksi yok, sanmayın. Çünkü buradaki tüm taksiler, üstü beyaz altı lacivert, son model Mercedes!

 

Gümrükten çıkınca taksi şoförleri saracak çevrenizi. Gideceğiniz yeri söyleyince ya da adresini gösterince, büyük bir olasılıkla sizi kimse almak istemeyecek. Şu yüzden; hem gideceğiniz mesafe çok kısa, hem de Old Town'a taksiler giremiyor biliyorum. Eğer yasak değilse, uzun mesafeli yolcular kapışıldıktan sonra, sizi de götüreceklerdir. Yalnız aklınızda bulunsun; Old Town en çok 1.5 € yazmalı. 5 €'dan kapıyı açarlarsa şaşmamalı...

 

Eğer taksiye binemezsiniz, limandan çıkıp sağa doğru yürüyün. Yaklaşık 20-25 m. sonra sol tarafta şehre bir giriş kapısı var. O kapıdan içeri girin ve işte artık Ortaçağ'dasınız!

 

 

FAYDALI BİLGİLER

Yerli halkının nüfusu yüz bini bulan Rodos, kuzeyden güneye uzunluğu 100 km.yi bulan büyük bir yerleşim. 1522-1912 Osmanlı, 1912-1943 İtalya, 1943-1945 Almanya ve 1945-1947 yılları arasında İngiltere yönetiminde kalmış. Ada, 1947'de 'savaş tazminatı' olarak Yunanistan'a verilmiş. O gün, bugündür de komşunun.

 

Rodos, Oniki Adalar grubunun da en büyüğü ve onların başkenti konumunda. Santorini, Mikenos, Korfu ve Girit ile beraber Yunan Adaları içinde en çok turist çeken (yoğun olarak İskandinavlar) bir özelliği var Rodos'un. Bu da bence Ada'nın iki ayrı bölümden oluşuyor olması: Biri Old Town diğeri ise Yeni Rodos... Yani eski ile yeni iç içe.

 

 

OLD TOWN

Bizim Kemeraltı kadar bir alan düşünün. Burası yüksek surlarla çevrili ve sokakları mozaik gibi küçücük taşlarla kaplanmış olsun. Ama en önemlisi buradaki yapıların hemen hepsinin Ortaçağ'dan kaldığını, restore edildiğini, yeni yapılanların ise aslına uygun bir şekilde eskilerin arasında sırıtmadığını hayâl edin. İşte Old Town, böyle bir yer... Bir Walt-Disney filminin setindesiniz sanki. Ama burası gerçek!

 

Bütün o yapılar, taş evler şimdi sıra sıra dükkânlar, tavernalar, kahveler, pub ve lokantalar hâline gelmiş. Aklınıza ne gelirse var: Özel galeriler, antikacılar, şarap / bal / sabun / zeytinyağı satan dükkânlar, hediyelik eşyacılar, giyim kuşamcılar, dericiler, çantacılar, seyahat acentaları, büfeler, bankalar, içki dükkânları ve elbette müzeleri ile 24 saat yaşayan bir yer Old Town. Gündüz başka, gece başka bir âlem... Sokaklarında hiç sıkılmadan dolaşabilir, keyifle kaybolabilir, sonra yemek yiyebilir, buz gibi biralar, uzolar ya da frappeler içebilirsiniz.

 

 

MUTLAKA GÖRÜN

Şehrin doğu ucunda Şövalyeler Mahallesi bulunuyor. Burası Old Town'ın merkezi... Şövalyelerin hastane olarak kullandıkları bina, günümüzde Arkeoloji Müzesi. Çok ilginç şeyler yok. Giriş, yanlış anımsamıyorsam 5 €.

 

Müzenin karşısında bir de Bizans Müzesi var. Her gün açık değil. Bazı günler, öğleden sonra açıyorlar. İçinde güzel vitraylar varmış. Biz girmedik. Kapısından bakmak yetti. Kaç paradır bilmem.

 

Onun sol çaprazında da, çıkış kapısına doğru Dekoratif Sanatlar Müzesi bulunuyor. O da her gün açık değil. Artık şansınıza...

 

Arkeoloji Müzesi'nin sağ yanından, Bizans Müzesi'nin ise tam karşısından yukarı doğru çıkan yol, ünlü Şövalyeler Caddesi. Muhteşem bir perspektif. Caddenin iki yanında Rodos Şövalyeleri'nin yaşadıkları hanlar bulunuyor. Günümüzde hepsi, değişik ulusların isimleriyle anılıyor: İngiliz Hanı, İspanyol Hanı, İtalyan Hanı, Türk Hanı gibi... Ve bunlar aynı zamanda birer konsolosluk görevi görüyor. Elbette hiçbiri ziyarete açık değil. Yine de caddeden yukarı doğru çıkarken, hemen hemen yolun tam ortasında sol tarafta kalan Türk Hanı'nın demir parmaklıklı kapısından içeri doğru bir bakın. Minik bir iç avlusu var. Çeşmesi de güzel.

 

Biz İtalya'yı hiç görmediğimiz hâlde, bu caddeye girince kendimizi İtalya'da sandık. Sanki Roma'nın ya da Venedik'in daracık bir sokağındaydık. Gidin gelin de bu konuyu bir konuşalım. Eğer siz de aynı görüşteyseniz, biz ‘deja vu’ mu olduk şimdi?!.

 

Şövalyeler Caddesi'ne mutlaka en az bir kere, sabah çok erken bir saatte de gidin. Güneş, neredeyse caddenin ucundan yükseliyor.

 

Caddenin sonuna geldiğinizde, sağ tarafta Üstadlar Sarayı'na ulaşacaksınız. Keyifli bir girişi var. Burası Ada’nın en çok turist çeken bölgesi ve en önemli ve büyük müzesi. Giriş 6 €.

 

Bugünkü saray çok da eski değil aslında. 1856'da geri zekalı bir şövalye tarafından (Ada, 1522-23'lerde tarafımızdan fethedildikten sonra şövalyeler ile aramızda gidip gidip gelmiş) yanlışlıkla yakılmış. Adam artık sigarasını mı yakıyormuş ne, barut deposunu havaya uçuruvermiş. Şu anda yükselen yapı, İtalyanlar tarafından 1930-40'larda restore edilmiş, Mussolini'nin yazlık sarayı olarak. Ama Mussolini efendi, hiç buraya gelip de kalmamış.

 

Neyse, müze daha çok mozaikleri ile (özellikle de Medusa) ünlü. İç avlusunda da iyi bir heykel koleksiyonu var. Gezmek en az iki saatinizi alır.

 

Üstadlardan çıkınca, soldaki Şövalyelerden tekrar aşağı inmek yerine, müzeyi arkanıza alarak ve kemerli yapının altından geçerek tam karşıya doğru yürüyün. Sağ tarafınızda restore edilmekte olan bir yapı göreceksiniz. Burası eskiden Türk Okulu'ymuş. Mimarisinden de anlayacağınız üzere –çünkü Yunan tapınak mimarisini andırıyor– sanırım daha da eskiden Rum Okulu olmalı. Önünde herhangi bir bilgi ise yok. Zaten Ada'daki hiçbir Türk yapısı hakkında yeterli bilgi yok. Ama en azından hiçbir cami de kiliseye dönüştürülmemiş. Korunuyor.

 

Bu yapının yanında Bizans Saat Kulesi yükseliyor. Giriş ücretli. Biz çıkmadık. Yorgunduk. İlginç olabilir.

 

Kulenin yanında ise Süleyman Camii var. Kuleyle birlikte ilginç bir tezat oluşturuyor. Ada fethedilince, Kanuni adına yaptırılmış. Ancak 1989'da minaresi yıkılmış. Şimdilerde restore ediliyor. İbadete ve ziyarete kapalı.

 

Caminin tam karşısında ise 18’inci yüzyıla tarihlenen Osmanlı Kütüphânesi var. Ziyarete açık ve ücretsiz. Burası hâlen Ada'da yaşayan Türklerin (ya da Müslüman Yunanlıların) buluşma merkezi gibi. Sanırım bir dernek merkezi konumunda. Çünkü içeride bir bağış kutusu var. Kıymetli el yazması kitapların bulunduğu bölüm ise ziyarete kapalı. Namık Kemal Rodos Valisi iken (19. yy) burada pek okumuş yazmış.

 

Cami ile kütüphâne arasından sağdan aşağıya doğru inen sokak, Sokratous Caddesi. Buraya dönerseniz, merkeze doğru yönelmiş olursunuz. Tam tersi istikamete saparsanız (yani kütüphâneden çıkınca sola) tavernaların arasından geçip sizi Old Town'ın dışına çıkaran sayısız kapıdan birine ulaşırsınız.

 

Biz şimdilik dışarı çıkmayalım ve Sokratous'tan aşağıya doğru yürüyelim.

 

Sokağa girip de 10-15 m. yürüyünce, sağ kolda, yanında bir de market olan bir içki dükkânı göreceksiniz. Burasını Ada'da yaşayan Türklerden Erol Bey işletiyor. Fiyatları duty free'lerden çok daha aşağıda. Ancak eve bir kaç şişeyle dönmeyi düşünüyorsanız, dünyanın bütün içkilerini burada bir arada görüp de hemen heyecanlanmayın ve acele etmeyin. İleride, en az 1-2 € ucuz bir dükkân daha var çünkü. Sadece Erol Bey'e benden selâm söyleyin. Sohbeti çok keyifli. Erol'daki 5 cl.lik minyatür içki koleksiyonunun ise başka hiçbir yerde bulunmadığını söylemeliyim. Bunların fiyatları standart; 1.90 €. Viskiler 2.5 €, malt viskiler ise biraz daha pahalı.

 

Aslında bu minik renkli şişeler, Ada'nın dört bir tarafındaki marketlerde de bulunuyor ve daha ucuz. Ama hem Erol'daki kadar çeşit yok, hem de bir içki dükkânına sadece meraklısı geldiğinden olacak, aynı ürün burada biraz daha pahalı. Marketlerdeki alışverişin koleksiyon değil de hemen tüketim amaçlı olduğunu düşünürsek, bizim kurnaz Türk'e de kızamıyor insan bu yüzden...

 

Sokratous'tan aşağıya doğru yürümeye devam edelim. Minik bir meydana varacaksınız: Plateia Ippokratous. Meydanın devamı ise Yahudi Mahallesi ve Meryem Ana Kilisesi...

 

Ama biz şimdi meydanda kalalım. Ortada bir Ortaçağ çeşmesi var. Çevresi ise bir dolu taverna. Özellikle geceleri çok şenlikli bir alan. Ve meydandan çıkarken sol tarafta, merdiven altında minicik bir dükkân. Daha çok bir mahzen görünümünde. İşte Ada'nın en keyifli içki dükkânı burası. Hem en keyiflisi, hem de en ucuzu. Archers 5.60 €, Baileys 9.5 €, Absolut 9 €, 18 yıllık Macallan 30 €, 70'lik uzo ve şaraplar kalitesine göre 3-4-5-6 €... Eve bir şeyler taşımamak imkânsız. İster tekila, ister viski, ister votka... Burada tüm keyifler sizin!

 

 

YENİ RODOS

Old Town'dan dışarıya çıkmak için bir çok kapı bulunuyor. Mandraki'ye gitmek için ise en uygun olanı, Şövalyeler'e kadar yürüyüp Dekoratif Sanatlar Müzesi'ni geçip düz devam etmek ve adı Eleftherias (özgürlük) Kapısı olandan, kapıyla aynı adı taşıyan meydana çıkmak...

 

Çıkınca sola dönüyoruz ve buradaki minik parkta biraz soluklanıyoruz. Köşedeki gazeteciden soğuk bir şeyler içiyoruz.

 

Sonra ana caddeden deniz tarafına doğru geçiyoruz. Burası Mandraki Limanı. Minicik bir yat barınağı. Çevre koylara kalkan teknelerin de merkezi. Mendireğinde bulunan tarihi yel değirmenleri ile sizi geçmiş zamanlara götürecek bir liman burası.

 

Deniz tarafından girişinde 15. yüzyıldan kalma bir kale ve Rodos'un yeni simgesi iki geyik heykeli var. Bu heykeller, Antik Dünyanın 7 Harikası'ndan biri sayılan Rodos Heykeli'nin (Colossus: M.Ö. 294-282 yılları arasında Güneş Tanrısı Helios adına yapılmış bir anıt. Özgürlük Anıtı'nın da ondan esinlenildiğine inanılıyor.) bulunduğuna inanılan yerdeler günümüzde. Aslında gerçeğin böyle olmadığını, Colossus'un bugünkü Üstadlar Sarayı'nın olduğu yerde yükseldiğini dünya-âlem biliyor.

 

Ancak Colossus, zamanında o kadar sevilmiş, ateşiyle denizcilere o kadar faydalı olmuş ki, sadece 50 yıl ayakta kalabilen ve bir depremle yerle bir olan bu heykel, bir efsane gibi dilden dile dolaşmış. Yaydığı ışığın, İskenderiye'den bile görüldüğüne yeminler edilmiş. Hatta bacaklarının arasından gemilerin geçtiğine, Mandraki'ye ancak böyle girildiğine inanılmış. Oysa heykelin yerden yüksekliği topu topu 32-40 m. imiş. Bacak arası yüksekliği ise yaklaşık 10 m. Bu yüzden buradan gemilerin geçmesi aslında imkânsızmış. Yine de geyikleri Helios'un ruhunda selâmlayıp gezimize devam edelim.

 

Deniz arkanızdayken sağa doğru giden yol, Ada'nın batı kıyılarına ulaşıyor. Büyük oteller -bizim de kaldığımız otel- bu tarafta sıralanıyor. Yürüyerek gelebileceğiniz, Old Town'a en yakın plaj da bu noktadan sonra başlıyor. Ancak (açık) deniz genelde dalgalı, derin ve kumsalı çakıllı. Ama inanılmaz temiz. Rengi ise anlatılmaz. Görmeniz gerek...

 

Geyikleri arkanızda bırakıp ve denizi de sağınıza alıp yürürseniz, hemen solunuzda 1925 yapımı büyük bir kilise göreceksiniz; Evangelismos Kilisesi. Dış mimarisi hiç ilginç değil, ama içi pek süslü. Yanındaki küçük meydanda ise orijinali İtalya'da, Viterbo'da bulunan bir çeşme var. Kilisenin diğer tarafı, yan yana iki komşu bina. Biri Rahip Sarayı, diğeri ise hükümet binası. Onu geçince ise deniz kenarında bir hamam. Osmanlı'dan miras. Ancak şimdilerde gece kulübü.

 

Hükümet binasının -kara tarafından- tam karşısında postane, karakol, mahkeme ve ulusal tiyatro binaları bulunuyor. Bunlar, 1920 ve 30'lu yıllarda İtalyan faşizmi sırasında yapılmış. Elbette Alman mimarisinin etkileri görülüyor. Küçük pencereli, büyük taş binalar bunlar. Tıpkı Ankara'nın bakanlıkları gibi. Benzerlik normal gerçi; çünkü Rodos'takilerini Nazi Alman mimarlar ya da onlardan etkilenen İtalyan faşistler tasarlarken, bizdekileri ise onlardan kaçan zavallı Alman Yahudileri inşa etmiş...

 

Ulusal tiyatronun solunda Antik Liman bulunuyor. Burası bir açık hava müzesi gibi düzenlenmiş ama pek bir şey yok. Bir kaç kalıntı sadece. Tiyatronun ve antik limanın karşı köşesinde ise Murat Reis Camii. Minaresi pek kibar bir cami bu ve Türk Mezarlığı'nın köşesinde bulunuyor. Deniz manzaralı mezarlık ise biraz bakımsız. Mezarlığın diğer köşesinde ise Lawrence Durrell'in 1945-47 yılları arasında yaşadığı bir kulübecik var. İlginç.

 

Durrell'in evinden güneye doğru devam ederseniz kocaman bir yapı ile karşılaşacaksınız: Casino Rhodes. Sadece bir ‘casino’ sanmayın bu yapıyı. Plajı, restoranları ve harika bahçeleri ile büyük bir tesis.

 

Casino Rhodes'dan sonra plajlar başlıyor artık. Burunda ise Akvaryum Müzesi. Burası Yunanistan'da, bu amaçla kurulmuş tek müze. İlginç bir yer. Merdivenlerle iniliyor. Ve sanki yerin altında karanlık bir mağaraya giriliyor. Oysa mağara tamamen insan yapımı. Ve mağaranın duvarlarında akvaryumlar. İçlerinde bin çeşit balık ve kabuklular. Mürenler ürkütücü. Giriş 3 €... (Fotoğraf çekmeyin, çıkmıyor. Ya da sadece dijital çalışın.)

 

Mandraki'den denizi sağ tarafınıza alıp güneye doğru yürüyeceğinize (Akvaryum'a doğru), denizi arkanıza alıp kara tarafına yürürseniz, caddeyi geçtiğinizde oryantalist mimarisiyle dikkat çeken New Agora'ya ulaşırsınız. Burası yol kenarındaki kahveleriyle ünlü ve daha çok İtalyan mutfağı ağırlıklı. Fiyatlar makul ve doyurucu. (Biz, sağdan üçüncü kahvede oturmuştuk. İki büyük pizza ve iki büyük Amstell 22.60 €)

 

New Agora; giriş kapısının üstünde Mağribi stilde yapılmış dev bir kubbesi bulunan, iç avlulu bir çarşı. Avlunun ortasında Osmanlı dönemi bir şadırvan göze çarpıyor. Girişteki gazetecide ise (soldaki) haftanın belli günleri Hürriyet bile bulunuyor. İç avluda ise sıra sıra Yunan lokantaları ve hediyelik dükkânlar var.

 

Meraklısı olmayana uyarı! Lokantalarda genelde domuz eti sunuluyor: Souvlaki domuz şiş, Pito Gyro ekmek arası domuz döner...

 

Ana girişi dışında, avlunun sağında ve solunda bulunan kapılardan çıkmak olası agoradan. Soldaki kapıdan çıkarken hemen sağ kolda minicik bir dükkân dikkatinizi çekecek. Yaşlı bir kadın işletiyor. Parça pizzaları ve peynirli çörekleri çok leziz. Ve sadece 1.5 €... Birden acıkanlar için iyi bir çözüm.

 

Kapıdan çıktıktan sonra sağa dönüp yukarı doğru yürürseniz, Ada'nın alışveriş merkezine ulaşırsınız. Burası Kıbrıs Caddesi olarak da anılan Papagou Caddesi. Gucci'den Armani'ye bir dolu dünya markası var. Ve elbette tonla şemsiye mağazası. Gerçi şemsiye, Old Town'dakiler dâhil bir çok dükkânda bulunuyor ama asıl merkezi burası.

 

Caddeden yukarı doğru çıkarken sağ kolda şemsiye dükkânlarının ilkini ya da ikincisini orta yaşlı, kısa boylu bir amca işletiyor. Çiçek desenli ve kenarları çiçek kesimli şemsiyeleri çok şirin. Daha vitrine bakarken, bu amca kapıya çıkacak ve sizi içeriye buyur edecek. Türk olduğunuzu anlarsa, mutlaka bir iki kelime de Türkçe konuşacak. Biz, alışverişimizi ondan yaptık. Siz de öyle yapın.

 

Şemsiyeler 3 €'dan başlıyor. Kalitesi ve modeline göre artıyor. Özel kesim olanlar ve çok daha fazla iç içe kırılarak küçücük olanlar daha pahalı.

 

Bu şemsiye dükkânının tam karşısında ise Yeşil Marmaris'in Rodos'taki partneri var. Çalışanlardan biri Adalı Türk. Dönüşten bir gün önce, dönüş vergilerinizi ödemek ve board kartlarınızı almak için buraya gelmeniz gerektiğini unutmayın. Yalnız siesta uygulamasına dikkat. Çalışma saatleri 09-13 ve 17-21.

 

New Agora'dan sağa dönüp de hiç yukarı çıkmamış gibi turumuza devam edelim.

 

Gerçi devam ederseniz, Old Town'un arkasına dolaşmış oluyorsunuz ve hafif eğimli yolu takip ettiğinizde Monte Smith'e ulaşıyorsunuz. Burası Rodos'un Hellenistik dönem akropolisi. Bir stadyum (M.Ö.3.yy), bir odeon (M.Ö.2.yy) ve Apollon Tapınağı var. Rüzgârlı bir tepe ve manzarası müthiş. Yürüyerek yaklaşık 35-40 dakika. Ancak yolu mutlaka sormanız gerekiyor. Kaybolmak kolay. Biz olduk!

 

Minik pizzacıdan sonra karşıya geçtiğinizde, eski şehirden ilk çıktığınızda durup soluklandığınız parka geri dönmüş oluyoruz. Ben buraya Sinekli Park diyorum. Dinlenmek için ideal olsa da, kedileri pek çok ve bu yüzden sinekleri de çok!..

 

Bu parkın köşesi, Ada'nın en büyük taksi durağı. Ada'nın her köşesine (Lindos 15 €) gidiyorlar ve ücretleri dev bir panoda belirlenmiş durumda. Aynı alanda bir de otobüs durağı var. Bu durak Batı Rodos'a (Akvaryum'a ve bizim otele doğru) giden otobüslere ait. Doğu Rodos'a (Faliraki ve Lindos) giden otobüslerin durağı ise biraz yukarıda; az önce tarif ettiğim seyahat acentasını geçtikten sonra, bir dört yol ağzında. Burada bir Tourist Info noktası da var.

 

Son olarak... Parkın arkasında Old Town'a giren minik bir kapı göreceksiniz. Ancak şehre tam olarak ulaşmıyor. Hendek içinde dolaştırıyor. İşte bu kapıdan girişte sağlı sollu 7-8 lokanta bulunuyor. Girişte sağdaki lokanta, cagara cugara Yunanca konuşan papağanıyla ünlü. Onu geçin. Sol koldaki en son lokantaya oturun. Mavi kareli masa örtüleriyle şirin bir yer. Madame Irinie işletiyor. Çok güler yüzlü ve usta bir aşçı. Nefis Yunan yemekleri ve harika deniz ürünleri sunuyor. Tabldot alırsanız çok daha hesaplı oluyor. İki kişi, bahşiş dahil en çok 20 €'ya kalkarsınız. İrinie'ye bizden selâm söylemeyi de unutmayın. Türkçe bir şeyler konuşabilmek için kendini paralayacaktır kesinlikle...

 

 

– Temmuz 2003

 

 

Hamiş

Rodos'ta nem yok, rüzgâr çok. Bu yüzden havası keyifli. Akşamları ise serin oluyor. Sigara içenler yanında götürsün; en ucuzu Extra diye bir Yunan sigarası, berbat bir şey ve 1.25 €, Marlboro ise 3.5-4 €...

 

 

bottom of page