top of page

Bayramlar ve Modalar

 

Maaile, Hacı Dedemin evinde sabah erkenden toplanıp herkes vaktinde geldikten sonra merasim başlardı. Önce Ahmet Dedem girerdi sıraya. Kayınpederi ile kayınvalidesinin ellerini öpüp hemen yanlarında durur, onu babaannem takip ederdi. Ailemizin dört büyüğü böylece sıralandıktan sonra sıra torunlara ve torun çocuklarına gelirdi. Başta babam ve annem, arkasında halalarım, eniştelerim ve kuzenlerim büyükten küçüğe doğru dizilip devam ederdi bu ritüel. Herkes birbiriyle kucaklaşıp bayramlaşır, yaş aralığı fazla olmayan kuzenler arasında el öptürme şakaları yapılır, sonuçta günümüzdekine hiç benzemeyen bir bayram sevincini doyasıya yaşardık tüm aile üyeleriyle birlikte.

 

El öpme kuyruğundan çıktığımızda bayram harçlıklarımız cebimizde olurdu artık. Ama mahalle arkadaşlarımızla bayramyerine gidip hepsini harcamak ya da çatlayıp patlayan türlü ıvır zıvır alıp kızları korkutmak için sabırsızlansak da ritüelin en tatlı zamanı henüz yaşanmamıştır daha. Çünkü anneannemle babaannemin yaptığı, annemin ise onlara yardım ettiği (ilerleyen yıllarda iyice ustalaşacaktır bu işte ve tek başına açıp yapacaktır) koca bir tepsi cevizli baklava ortaya gelecektir az sonra.  

 

Bayramlar, birlikte olmak demekti o yıllar. Tatile çıkmak, güneye kaçmak kimsenin aklına gelmezdi. Sadece dinî bayramlar değil; Zafer, Cumhuriyet, Çocuk, Gençlik ve Spor Bayramları da aynı coşkuyla kutlanır, anlamlarının ne denli değerli olduğu herkesçe bilinirdi. Ramazan ayı en sâde hâliyle şatafatsız yaşanır, kurbanda ise tüm bahçe ve sokaklar kan gölüne dönmezdi kesinlikle. Hayvanlara eziyet etmek, işkence yapmak şöyle dursun, üzüntü hâkimdi daha çok. Zavallı kuzuların değil, çocukların yakarışları duyulurdu bahçelerden. Hatta bu yakarışların işe yarayıp kuzucukların kesilmekten kurtulduğuna bile şâhit olmuştum ben.

 

Yeni giysilere kavuşmak demekti bir de bayramlar. Yeni alınmasa bile temiz olmasına mutlak özen gösterilir, pırıl pırıl uyanırdık bayram sabahlarına.

 

70’li yılların İspanyol paça pantolonlarına, geniş kravatlarına, bir karış uzayıp sarkan yakalarına pek yetişmedim ben. Ya da tüm giysilerimizi annem diktiğinden ve annem bu modayı pek hazzetmediğinden olsa gerek uygulamadı üstümüzde bu komik kıyafetleri. Ama 80’lerle birlikte –bugün için bize yine komik gelen– başka bir modanın, son derece sıkı bir takipçisi olmaktan kurtulamadım doğrusu. Büyümüştüm herhalde…

 

Espadril diye bir ayakkabı vardı örneğin. Üstü keten kumaş, altı hasır ve kauççuk karışımından imâl edilen basit bir çarıktı aslında bu. Her renkten yapılırdı. Ama ne kadar dikkatli kullanılırsa kullanılsın, ömrü en çok bir aydı. Ya altı delinirdi ya da üstü yırtılıp parmaklarınız çıkardı ortaya. Ben yeni bir espadril sahibi olduğumda, tabanına bolca derby (yapıştırıcı) sürer ve bir gece bekletirdim giymeden önce. Böylece iki, hatta üç aya kadar dayandığı olurdu çarığımın. 

 

Sonra beyaz çorap, mümkünse havludan. Üzerinizdeki kıyafetin ne amaçla giyildiği ya da uyumlu olup olmadığı hiç önemli değildi. Koyu renk takım elbiseli bile olsanız, altına beyaz çorap giymeniz gerekirdi. Aksini (yakışanını) giymeye kimse cüret edemez, eni konu ayıplanırdı sonra. Bu moda uzun, hem de çok uzun yıllar boyunca sürmüştür tüm memlekette.

 

Ve şalvar kot. Paçaları daracık, dizden yukarısı ise oldukça bol, başka bir ucubelik daha. Kemer diye bir tür asker palaskasını da (o da elbette değişik renklerde) belinize taktınız mı, tamam! Ama belinizi çevreleyip tokasını sıkıştırdıktan sonra kemerin ucunu mutlaka kendi içinden geçirip aşağı doğru sarkıtmanız da şart. Püf noktasıdır çünkü bu. Yoksa moda bahane!..    

 

Vıcık vıcık bir magazin kültürü ile birlikte her alanda yozlaştı bugün Türkiye. Oysa bu modanın da bir gün geçeceğine yürekten inanıyorum ben. Hepimiz için asıl bayram, o gündür işte…

 

 

– o –

 

© 2023 by Glorify. Proudly created with Wix.com

bottom of page